Dünya çapında böyle bir bakış açısı yarattık. Her şeyin bize özgü olduğuna dair sarsılmaz bir inancımız var. İyi anlamda mı? Gelin buraya beraberce bazı notlar bırakalım.
Önce demokrasiyi ele alalım. Seçimle gelenin sadece seçenleri değil bütünü kucakladığı bir sistem olması malumunuzken, biat etmeyenlerin hatta itiraz kültüründen gelenlerin işsiz ve yalnız bırakıldığı bir türü yaratıldı. Özal da kendi zenginlerini ve sanatçılarını yaratmıştı ancak bana oy vermeyenleri mahalleden geçirtmem demediğiyle kaldı. Damadının hediye bir arabası vardı. Sayfalarca, günlerce haber olmasını hatırlayanlar varsa mesela demokrasi bu arabanın tartışılmasıydı. İktidarın didik didik sorgulanmasıydı. Araya devrim niteliğinde olaylar girmedi ama Kenan Evren’in ‘bize bol geliyor bu anayasa’ söylemi başkalarının adeta eylemi oldu. Vesayetin yuvası yıkılınca mutluluğu başka bir kadında buldu. Vefakar demokrasi ana da çocuklarıyla gözü yaşlı halde geride bırakıldı. Üstelik vesayet bey tek kuruş nafaka ödemek bir yana çocuklarını da öyle böyle hırpalamadı!
Yetenek kelimesini düşünüyorum. Ülkede araştırma yapsak ve ölüm dışında neyin mezarlığı olsa diye sorsak! Yetenek birincilik bayrağını kimseye kaptırmazdı. Daha kendini gösteremeden birer birer kaybolup gidiyor. Adeta dinamikler, bizi tüm yeteneklerimizden arındırmak üzere sanki iyiliğimiz için çalışıyor! Onunla neler yapabileceğini sana göstermek tarzı olmadığından hepsini doğal yollardan eritiyor. Kimileri ise rotayı yurt dışına kırıyor. Dolayısıyla yetenek bizde ya kaçan ya da işsizlikten kuruyan iki ucu temsil ediyor.
Torpil kelimesi aklıma geliyor. Ama burada uzay üssü kurduğumuzu hatırlayıp derin bir oh çekiyorum. İçime sular serpiliyor. Dünyaya çağ atlattığımız bir dalımız var. Nihayet!
İlişkiler meselesi var. Sapık bir adamın, eski karısına kurduğu videolu tuzağı tüm mesaj trafiğine açmasıyla sanki boyut atladık. Çıta o kadar aşağı düştü ki, evliliğe bu darbeyi toplansa dünyanın tüm bekarları ve feministleri vuramazdı. Bu vesile ile ülkemizde evlilik kurumunu da içeriden aldığı darbeyle adeta Truva atı tepti.
Dolar, sorun sende değil bende! diyen TL’ye karşı ne yapsa olmuyor.
Faiz: Peyami Safa’nın Fatih Harbiye romanındaki sert ve katı baba Faiz bey gibi inatçı! Bir türlü yükselmeye ikna olmuyor ya da yukarı çıkarsa başına geleceklerden korkuyor. Medeniyetler arası çatışmanın böldüğü ailelerin sembolü gibi...
Kadın ve erkek: Bu çifti en başta cinsiyetlere bölen zihniyet artık yaşamamasına rağmen eseri ortada! Tıbbi olanın hayata sirayet ettiği yerde kadınlara da özürlü vatandaş muamelesi yapılıyor.
Baba: Devletli, güçlü ve kapana kıstırdığı çocuklarıyla var oluyor. Kronos’tan beri çocuklarını yutmaya devam ediyor.
Saymakla bitmeyecek benzer her türlü tanım için bizim geleneğimizdir ya da gerçeğimiz budur, Türkiye böyle bir ülke diyenler ne yazık ki çoğunlukta. Ama insan gerçekleri duyacak kadar kendisine değer vermeli. Gerçek her zaman en değerli şeydir. Fakat alışkanlıklarımıza göre biz asla ve katiyen gerçekleri kucaklayanlardan olamıyoruz. Bir şeylerin değişmesi için kendinden bile başlama cesareti çoğumuzda yok. Toplumdaki yerini korumak adına elinden giden topluma razı oluyor, geleceğe miras olarak vasatlığı layık görüyoruz.
Birbirimizi her gün tuhaf fikirlerle zehirliyoruz. En üstün aklın sadece kendinde olduğunu sanan boş çerçeveleri en güzel vitrinlerde tutuyoruz.
Söylem ve eylem arasına öyle büyük bir uçurum koyuyoruz ki, ne dediysek tersini yapıyoruz. En kötüsü de korkuyoruz! Genetiğimize işleyen kelle korkusunu bir türlü bırakamıyoruz.