Öncelikle Dünya Kupası ile başlayalım. İzlemesi keyifli, sürprizleri olan, genellikle agresiflikten uzak, heyecan seviyesi orta karar bir turnuvaydı bence. Turnuvanın ilerledikçe rotanın Avrupa’ya dönmesi bunda etkili oldu diyebiliriz.
Fransa’nın hak ettiğini düşünüyorum. Benim açımdan Hırvatistan ve Belçika da sürpriz değildi. İzlanda ve Almanya’dan daha iyi performans bekliyordum, onlar şaşırttı.
Bununla beraber Şalom Spor sayfasını Amerikalarda temsil etmeye çalışıyorum. “Nasıl?” derseniz, şöyle ki… Dünya Bankası’nın Washington, DC genel merkezinde yüzlerce çalışanın girdiği tahmin yarışmasında genel merkezde ikinci oldum. CV’ye koymayı düşünüyorum.
Şaka bir yana, umarım Türkiye gelecek turnuvalarda yer alır çünkü böyle kuru kuruya izlemek zevkli olmuyor.
Ligler başlamadan önce Fenerbahçe’ye gelirsek, yıllar sonra umutlu bir taraftar var. Kombineler ses getirecek bir transfer bile olmadan bitti. Forma satışları, yeni formalar güzel/çirkin bakılmadan tarihi rekorlar kırıyor. Bütün bunların tabii ki de sebebi Ali Koç ve getirdiği mutlu, ılık ve coşkulu rüzgâr.
Ali Koç’un şahsi olarak bunları kazandırmasının birçok sebebi var tabii. Bunlar herkes için farklı ama ‘duruşu’ sanırım taraftarların her zaman en sevdiği özelliğiydi. Sonra da vizyonu geliyor. Bunu da çalışma arkadaşlarını seçmeye başladığından beri görüyoruz.
Görünen o ki bu sene Fenerbahçe; daha genç, daha dinamik, daha tecrübesiz, daha gönülden, daha geleceğe dönük, daha fair-play, hem kendi taraftarına hem rakip taraftarlara daha sempatik, daha çok koşan, daha çok savaşan ve kesinlikle daha atak bir takımla geliyor.
Bu sene, bir Fenerbahçe taraftarı olarak, kazanalım veya kaybedelim, şampiyon olalım veya olmayalım, ben mutlu bir sene geçireceğimizi düşünüyorum. Geleceğe dair umudumuzu koruyarak, sabırlı olalım.