Şöyle altı ay ya da bir sene sonra, tercihen tarafsız bir Ortadoğu şehrinde, basın mensuplarının yoğun ilgisi ve patlayan flaşların altında ABD Başkanı Donald Trump ile İran Devlet Başkanı Hasan Ruhani el sıkışır mı, ne dersiniz?
Medyanın ilgisini üzerine toplamayı fazlasıyla seven Trump, yine şaşırtarak kendisinden beklenileni yaptı. Daha geçen hafta savaş açmakla tehdit ettiği İran ile “İstenildiği takdirde önkoşulsuz görüşmeye hazır olduğunu” açıkladı. Böylece hem gündemi belirledi, hem de görüşmenin gerçekleşme ihtimali üzerinden yeni bir tartışma başlatmış oldu.
Hafızaları tazelemek gerekirse, Obama yönetiminin inisiyatifiyle başlayan diplomatik süreç Temmuz 2015’te sonuç vermiş, P5+1 ülkeleri (ABD, Çin, Rusya, Fransa, İngiltere ve Almanya) İran ile nükleer anlaşma imzalamıştı. Ortak Kapsamlı Eylem Planı (JCPoA) olarak da bilinen anlaşma, İran’ın uranyum zenginleştirmeyi azaltması karşılığında bazı ekonomik yaptırımların kaldırılmasını öngörüyordu. Ancak geçtiğimiz Mayıs ayında Trump yönetimi -uluslararası Atom Enerji Kurumunun İran’ın yükümlülüklerini yerine getirdiği yönündeki raporlarına rağmen- anlaşma hükümlerinde İran’ın nükleer silah üretimini engellemeye yönelik güvencelerin yetersiz olduğu gerekçesiyle anlaşmadan çekildi. Ekonomik yaptırımların da kademeli bir şekilde yeniden yürürlüğe konulacağını duyurdu.
Anlaşmaya imza koyan diğer ülkeler ABD’nin kararı ardından, ekonomik yaptırımların İran ekonomisine vereceği zararı telafi edebilmek ve anlaşmayı yaşatabilmek amacıyla formül arayışına girdiler.
Aslında İran, nükleer anlaşmanın ekonomik beklentilerini karşılamadığından, özellikle uluslararası finans piyasalarına erişim ve bankacılık sektöründeki sıkıntıların devam ettiğinden yakınıyordu. Bununla birlikte, 2015’ten bu yana birçok yabancı şirket de İran’la yeni anlaşmalara imza attı.
Şimdi ise Trump yönetimi ağustos ayında İran’la altın, değerli metaller, kömür ve otomotiv ticaretine yaptırımlar koymaya hazırlanıyor. Kasım ayından itibaren devreye girmesi beklenen yaptırımlar ise enerji sektörü ve İran Merkez Bankası’nı hedef alacak.
Başkan Trump’ın yaptırımlar konusunda hiçbir ülkeye muafiyet tanımayacağını söylemesi, başta Türkiye olmak üzere İran ile ticari ilişkileri olan ülkelerin elini zorluyor. ABD’den gelecek cezalara maruz kalmak istemeyen şirketler -Rus Lukoil, Fransız Total, Alman Siemens gibi- birer birer İran piyasasından çıkacaklarını açıkladılar. Hâlihazırda Halkbank davası önümüzde dururken, Ankara’nın baskılara tek başına direnmesi zor görünüyor.
Yaptırım beklentisi İran’ın epeydir baş etmeye çalıştığı ekonomik sıkıntıları katlamış durumda. Ülkenin milli para birimi riyal bir yıl içinde dolar karşısında yaklaşık yüzde 250 değer kaybederek, tarihin en düşük seviyelerine indi. Halk, elindeki riyali altın veya dövize çevirerek birikimini güvence altına alma derdinde. Hükümet ise ilk etapta ithalatı sınırlandırarak hasarı kontrol altına almaya çalışıyor.
Ekonomik sıkıntıların yarattığı hoşnutsuzluğun içeride siyasi kriz tetikleme riski var. 2017’nin aralık ayında Mashad’da başlayıp ülke geneline yayılan protestolarda 25 kişi ölmüş, 5 bin kişi de tutuklanmıştı. Yine geçtiğimiz ay içinde Kapalı Çarşı’da esnaf kepenk kapatmış, bu kez Tahran’da meclis önünde üç gün süren protestolar düzenlenmişti. Rejim her ne kadar protestoların dış güçler tarafından organize edildiğini savunsa da, gösterilerde atılan “Suriye’yi bırakın, bizimle ilgilenin!” sloganları, toplum içinde vesayet savaşlarına kaynak aktarımının sorgulandığını düşündürüyor.
Peki, bu arka planda Başkan Trump’ın son açılımını nasıl yorumlamalıyız?
İran meselesi Trump yönetiminin belki de en tutarlı olduğu konu. Selefi Obama’nın entegrasyon yanlısı yaklaşımına tezat, Trump yönetimi İran’ın bölgedeki etkinliğinin geriletilmesi için güç kullanmak da dahil olmak üzere sertlik yanlısı bir politika izliyor. Bunun için bir taraftan ekonomik yaptırımlarla, diğer taraftan askeri olarak çevreleyerek rejim üzerinde baskı oluşturuyor. Kuvvetle muhtemel, bu baskıların bir rejim değişikliğine evirilmesi arzu ediliyor. Zaten Trump yönetiminde Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton ve Savunma James Mattis gibi yeminli İran karşıtlarının kilit pozisyonlarda olması tesadüf değil. Bununla birlikte Başkan Trump, belli ki müzakere kapısını açık bırakarak, daha iyi bir anlaşma imzalayabileceğine inanıyor. Hatta tansiyonu önce iyice yükseltip, sonra beklenmedik şekilde indirdiğini düşünürsek, taktik açıdan Kuzey Kore ile yürütülen diplomasiyle benzerlikler bulmak mümkün.
Ne var ki, İran ve Kuzey Kore birbirinden farklı örnekler. Öncelikle Kuzey Kore nükleer güce sahip. Ürettiği füzelerin ABD’nin doğu sahiline ulaşacak kapasitede olduğu tahmin ediliyor. Üstelik Trump’ın İran çıkışıyla eşzamanlı basına yansıyan uydu görüntülerinde Kuzey Kore’nin iki adet yeni kıtalararası balistik füze üzerinde çalıştığının tespit edilmesi, Singapur Zirvesi’nin kazanımları daha da tartışmalı kılmış oldu.
Evet, baskılar İran’ın belini büküyor. Ve gelişmelerin İran içinde nasıl seyredeceğini kestirmek zor. Halihazırda iyi kötü yürüyen bir anlaşmayı feshettikten sonra Ruhani ABD’nin herkesten çok kazanacağı, İran’ınsa ödün vermeye zorlanacağı yeni bir anlaşmayı imzalamaya mollaları ve halkı nasıl ikna edecek? Bu soruları belli ki İran yönetimi de soruyor. Dışişleri Bakanlığından yapılan ilk açıklama, ABD’nin güvenilmez olması sebebiyle görüşmelere sıcak bakılmadığı yönünde.
Ancak ilerleyen dönemde müzakere masasına oturmak, sıcak çatışmaya girmekten daha cazip görülebilir.
Hani derler ya bu pilav daha çok su kaldırır. Yaşayarak, deneyimleyeceğiz.