Misyonerlik bu toprakların en ilgi çekici ve her dem taze konularından biridir. ABD’li papaz Brunson terör örgütleri FETÖ ve PKK adına suç işlediği gerekçesiyle 9 Aralık 2016’da tutuklandı. Brunson hakkında İzmir Cumhuriyet Savcısı Berkant Karakaya tarafından hazırlanan iddianamede, din adamı görüntüsü altında söz konusu terör örgütleri adına suç işlediği ve genel stratejileri kapsamında eylem birlikteliği içinde olduğu, örgütlerin amaçlarını bilerek ve isteyerek iş birliği yaptığı belirtilmişti. Brunson hakkında ev hapsi kararı ve elektronik kelepçe takılması sorunu alevlendirmiş görünmekle beraber; işin bu kısmı devletlerarası hukuku, yapılacak ciddi stratejik çalışmaları ve belki de sonunda karşılıklı anlaşmaları işaret ediyor. Burası benim top koşturduğum alana girmiyor ama Osmanlı’da başlayan misyonerlik çalışmaları kollarını bugünlere dek uzatmış gibi gibi… Misyonerlik niye yapılır? İnsanı dininden etmek için mi? Kültürel bir ortak alan yaratmak için mi? 20. yüzyılın başında Emperyalizmden ulus devlete ve kapitalizme dönüşte ortak pazarlar yaratmak ve aynı dili, dini, kültürü paylaşan insanların ticaret yapmaları ve o ülkelerin ekonomilerini yönetmeleri için mi? Bunları da nereden çıkarıyorsun dediğinizi duyar gibiyim o yüzden işte başlıyorum. Ve aslında Osmanlı’da çalışmalar yapmış İngiliz, Alman, Fransız misyonerleri Ortadoğu’yu hedeflemişlerdi ancak Amerikalılar doğrudan Anadolu üzerinde çalıştılar. Osmanlı’da işlerine çok karışmadı çünkü Ortodoksluğu himaye eden Ruslar ya da Katolikliği himaye eden Fransa’nın yerine Amerikalı Protestan misyonerler ehven i şer sayılabilirdi.
19. yüzyıl dünyasında, Osmanlı topraklarında, Avrupa ve Amerika menşeli birçok misyoner grup okul, hastane, kilise, matbaa açmışlardı. Ama ilk gelenler 1820’de Pliny Fisk ve Levi Parsons’dır. İsa’nın ışığını yaymak ve medeniyetsiz, ezici Osmanlıların kurdukları düzeni değiştirmek amacı taşır. Özellikle Kudüs’ün Müslümanlarca yönetiliyor olmasından duydukları rahatsızlık bu misyonerlerin anılarında yer alır. ABCFM teşkilatı 1810’da ABD’de ve diğer toplumlarda İncil’i yaymayı amaçlayan misyoner bir örgüt olarak ortaya çıkar. ABD dışına misyoner yollayan ilk örgüt olan ABCFM, Yahudileri, Doğu Hristiyanlarını ve Müslümanları hedeflemiş ve bu toplulukların protestanlaştırılması yönünde çalışılmıştı. Elias Riggs de bu örgütün bir üyesidir, 1820’de Anadolu’ya gelir ve 69 yıl Osmanlı’da misyonerlik yapar. ABCFM ulaştığı yerlerde okullar, kolejler açar. Her misyonun bir merkezi vardı ve bu merkezler de İstanbul’a bağlıydı. Osmanlı topraklarını dört misyon bölgesine ayrılmıştı. Bunlar Avrupa, Batı, Doğu ve Merkezi Türkiye Misyonlarıdır. Bir okul, bir kitapçı, bazen de bir hastanenin misyon merkezinde yer aldığı görülür. Doğu Hristiyanları, özellikle Ermeniler arasındaki faaliyetleri güçlü olan bu örgüt, 1870 yılından sonra Ermeniler, bazı Rumlar için Anadolu’nun birçok bölgesinde kolejler açmıştı. Ancak 1860'lara kadar Müslümanları Hıristiyanlaştırma işini arka plana atarlar çünkü başta model gösterilebilecek Rum ve Ermeni kitleler yaratmak gereklidir. Çünkü Osmanlı’nın Hristiyanları da Müslümanlar gibi yaşarlar, Türkçe konuşurlar; pis, bakımsız ve özensizdirler. Aynı zamanda Amerika'ya öğrenci göndermeye başlarlar, böylece onlara kendi medeni ülkelerini gösterirler. Ayrıca Amerikalı misyonerler Doğu Kiliselerini hiç beğenmezler. Onları ‘Sözde Hristiyanlar’olarak adlandırırlar. Çünkü Katolik ve Gergoryen olan bu kiliseler zaman içinde anlaşmazlıklara düşmüşler ve özden uzaklaşmışlardı. Misyonerlere karşı antipati bu toprakların Hristiyanlarında da vardır. Mesela Robert Kolej’in kurucusu Hamlin, anılarında 1840’larda Bebek köyündeki Rum çocuklarının kendisini ve evini taşladığını; insanların onu perhiz günlerinde et yediği için kiliseye şikâyet ettiklerini, “Rumlar matruş yüzümle ve melon şapkamla dalga geçiyorlardı. Ben de sakal bırakıp fes taktım” diyerek anlatır.
En önemli Protestan kolejleri İstanbul ve Beyrut gibi merkezlerde açılır. Beyrut’ta açılan Protestan Koleji oradaki Arapları bilinçlendirip, Osmanlı’nın bitişini desteklemişti. Aynı şekilde 1863’de Cyrus Hamlin adlı misyoner tarafından kurulan Robert College Bulgaristan’ın bağımsızlığını sağlayacak kadroları yetiştirmişti. 1863-1903 arasında mezun olan ilk beşinin Bulgaristan’da başbakanlık görevinde bulunduğu ve I. Dünya Savaşı önce Bulgar kabinelerinden her birinde en az bir Robert Kolej mezununun yer aldığı görülür. Zorlu programıyla Robert Kolej’de Almanca, İngilizce ve Fransızca gibi Batı dilleri yanında başta Bulgarca ve Ermenice olmak üzere on beşe yakın değişik dil öğretiliyordu.
Bu iki kolejden başka Anadolu’da açıdan pek çok Amerikan misyoner kolejleri, aynı şekilde daha çok Ermeniler için 1852’de Harput’ta kurulmuştu. Aynı yerde 1878’de açılan Osmanlıların ‘Fırat Koleji’ dedikleri ‘Ermenistan Koleji’ (Armenian College) Protestan papazı yetiştirmek ve Ermenileri dilleri, tarihleri, edebiyatları, milliyetleri eğitimi verir. Aynı dönemde Merzifon’da ‘Anadolu Koleji’ (Anatolia College), İzmir’de Millletlerarası Kolej (International College) ile kızlar için açılan Amerikan Koleji, Antep ve Maraş’ta kızlar ve erkekler için açılan ‘Merkezi Türkiye Kolejleri’, Tarsus’taki St. Paul Enstitüsü gibi kolejler başlangıçta Hıristiyan azınlıkların çocuklarını eğitmişler, onlara milli duygular kazandırarak bilinçlendirmişler ve sonuçta ‘Osmanlı Devleti’nin yıkılışına bir katkı da sen ver’ kampanyasına dahil olmuşlardır. Çünkü Protestanlık batılı ve modern olmak demektir. 19. yüzyılın başlarından itibaren başlayan misyonerlik serüveni bu coğrafyanın kaderini ciddi biçimde değiştirmiş, düşünce dünyalarını alt üst etmiş, yönetici ve teknokrat kadroların yetişmesine destek vermiştir. Ama unutmayalım burası Anadolu’dur. Asla uzağına düşmemek, kendisine yabancılaşmamak gerekir. Batıyı bilmek kadar kendimizi de bilmek ‘erdemdir’.