Geçtiğimiz haftalarda bir arkadaş sohbetinde eski transferlerden açıldı konu. 90’lı yılların sonu ve 2000’lerin başında yapılan transferleri konuştuk. Örneğin Keneth Andersson, Bologna’dan Fenerbahçe’ye gelmiş ve büyük olay olmuştu. Haim Revivo Celta Vigo’dan, Rapajc Perugia’dan Fenerbahçe’ye gelmişti. Lazetic diye adı bile duyulmamış bir isim Obilic diye bir takımdan transfer edilmişti. Yine Jamal Sellami diye bir oyuncu almıştı Beşiktaş, Raja Casablanca diye bir takımdan. Zoubeir Baya Freiburg’dan Beşiktaş’a gelmişti. Galatasaray gidip Antepspor’dan Batista’yı alırdı. Olay transferler olurdu bu transferler. Taraftarı heyecanlandırırdı.
Bu dönemden sonra bir yıldız transferi furyası başladı ligimizde. Bunu başlatan da eğer Hagi gibi bir istisnayı saymazsak, Fenerbahçe’nin eski başkanı Aziz Yıldırım oldu. Ariel Ortega gibi bir isme Fenerbahçe forması giydirerek bir dönem başlattı. Herkes forma satışının önemini fark etti. “Alalım zaten oyuncunun parasını forma alarak taraftar öder” dönemi başladı. Anelka geldi, Robin Van Persie geldi, Roberto Carlos, Guti geldi, Drogba ve niceleri geldi. Taraftar artık dünyaca tanınan bu isimleri kendi takımlarının formasının içerisinde görebilmek için statlara akın etmeye başladı. Bu isimler geldikçe taraftar sayısı arttı, taraftar sayısı arttıkça kulüpler borçlanarak stat yapmaya ve stat kapasitelerini arttırmaya başladı. Kapasite artınca bu statları doldurma gereksinimi ortaya çıktı. Peki, nasıl dolardı bir stat? Formül çok basit, eskiden bir sezonda Ariel Ortega gibi bir yıldız getirerek stadı doldurabiliyorken, artık bir sezonda hem Robin Van Persie hem de Luis Nani gibi iki ya da üç belki de daha fazla yıldız getirmen gerekiyordu. Bu da daha fazla borçlanma anlamına geliyordu. Borçlandıkça borçlandı kulüpler, zaten artık taraftarı da Capone’ler, Keneth Andersson’lar, Zoubeir Baya’lar kesmez olmuştu. Sol bekte Roberto Carlos’u izlemiş bir taraftar seneler sonra Hasan Ali Kaldırım’ı orada görünce stada gelmez oldu.
Durumlar vahimdi. Borçlanan kulüpler günü kurtarmayı düşünen yöneticiler taraftara hoş gözükmek için yapılan “çilek transferlerle” sadece kendi ligimizde boru öttürebildi kulüpler. Avrupa’da son kullanma tarihi geçmiş isimli oyuncularla kalıcı başarılar doğal olarak gelmedi. Bu da aldığın borcu yine borçla kapatmana sebep oldu.
Kulüplerin gelirleri belliydi. Örneğin Fenerbahçe ortalama 35 bin komine sattığını düşünsek yaklaşık kombine geliri ortalama 70 milyon TL ancak sadece Robin Van Persie ve Nani’ye aynı sezon ödenen para 50 milyon TL. İlkokulda Ali’nin elindeki parayla sakız ve gofret aldıktan sonra cebinde kaç para kalacağını hesaplayarak büyüdük. İlkokul çocuğunun eline bu parayı verseniz 70 milyonun 50 milyonunu iki futbolcuya vermemesi gerektiğini söyleyebilir size... Peki, ilkokul çocuğu bile bunu söyleyebilecekken büyük iş adamları neden kulüpleri böyle idare eder?
Bu sene Ali Koç gibi bir ismin futbol dünyamıza 1. adam olarak girmesiyle yeni bir furya başlıyor. Artık gerçeklerle yüzleşme zamanı. Borcu borçla kapatma dönemi bitti. Stadı doldurmak için yapılan yıldız transferleri bitti. Koç, daha seçimi kazanmadan mesajları verdi “Size başarı vaat etmiyorum, size keyif veren ve severek izleyeceğiniz bir takım vaat ediyorum” dedi. Başarı daha sonra gelecek diye ekledi. Herkes başarıyı şampiyonluk olarak görüyor. Ancak sürdürülebilir başarılar için kulübün mali yapısının iyi olması şart. Ali Koç duruma kulübün mali yapısıyla başlayıp ardından sportif başarıyı zaten kazanacaklarını düşünüyor. Mesajlarını çok açık ve taraftarın da anlayacağı şekilde veriyor. Bu da sadece Altınordu’dan alının iki genç isimle bile 40 bin kombine satılmasına sebep oldu. Artık şeffaflık zamanı... Artık transfer edilen dünyaca ünlü isimleri izlemek için değil, heyecan veren genç isimler için stada gitme zamanı. Artık borcu borçla kapatma zamanı değil, yetiştirdiğin oyuncuları satarak borcu kapatma zamanı. Bir önceki yazılarımda Ali Koç’un sadece Fenerbahçe’nin değil Türk futbolunun felsefesini değiştireceğinden bahsetmiştim. Buna start verildi. Önümüzdeki günlerde farklı felsefeler göreceğiz.