Geçtiğimiz günlerde, başta karikatür okurları olmak üzere namını duyan birçok kişinin merakla beklediği Türk yapımı animasyon Kötü Kedi Şerafettin’i ilk kez izleme imkânım oldu. Bülent Üstün’ün 1996 yılında ölen aynı isimli kedisine ithafen oluşturduğu çizgi roman dizisinden uyarlama olan Kötü Kedi Şerafettin, ‘yetişkinlere göre bir animasyon’ olarak Şubat 2016’da vizyona girmişti. İçinde bolca küfür geçen, bir Yeşilçam filminde peş peşe gelen olumsuzlukları olay örgüsünde barındıran, aksiyonun eksik olmadığı bir ‘erkek filmi’ olarak kısaca yorumlayabileceğim animasyon, anti-kahraman olabilecek kadar bela olan, mahallenin reisi, ağır abisi, kadın düşkünü Şero (Şerafettin) ve çevresindekilerin yaşadıkları üzerine kurulu. Osmanlı’nın mahalle kültüründen izler barındıran animasyon, etrafta naralar atarak gezen, kaba kuvvetle işleri çözen, yeri geldiğinde mahalle eşrafına yaka silktiren külhanbeylerinin ve kabadayıların yaşantılarından da izler taşıyor. Günümüzde net örneğini bu denli göremesek de ara sokaklarda yer alan çete liderleri ve mahalle reisleri hâlâ bulunmakta.
Kabadayılığın kökenini ve geçmişini araştırırken karşıma çıkan incecik bir kitap, gülümsememe neden oldu. Ergun Hiçyılmaz’ın ‘Racon’ isimli kitabı akıcı bir dille ve okuyucuyla sohbet eder gibi külhanbeylerini ve kabadayıları anlatıyordu. Birkaç sayfa okuduktan sonra karşıma çıkan Balat ve Hasköy’ün kabadayılarının nicelerine Osmanlı tokadı attığını okudum. Hiçyılmaz, Hasköy’de Liya, Yakov ve Maşon’u anlatarak Yahudi kabadayılarını tanıtmaya başlar. Hasköy, pek çok kaynakta da ismi geçen ‘Yedi Bela Liya’ ve diğerlerinin güç savaşına tanık olur. Yazar, Yedi Bela Liya ve Güzel Hasan’ın rekabetini şu şekilde aktarır:
“Balat'ın Zaharya'nın Kahvehanesi semtin gençlerinin tercih ettiği bir kahveydi. Kahvenin müdavimlerinden biri de Güzel Hasan'dı. ‘Levent gibi endamlı’ olarak tanınan Güzel Hasan bir gün yine kahveye gelmiş. Bir köşede çay içen Liya’nın yanına giderek kısa bir konuşma yapmıştı. Etrafta oluşan izlenim iki güçlü insandan sadece birinin Balat'ın en ünlü kabadayısı olma isteğiydi. Ardından kavga başlayacak, Güzel Hasan cebinden çıkardığı bıçakla Liya'yı yaralayacaktı. Öldüğünden emin, kahveyi terk etmişti. Liya ise ağır yaralıydı. Güzel Hasan ölmediğini haber aldığında tulumbacı reisine gitmiş ve pişmanlığını dile getirmişti, çünkü Liya’nın intikam alacağından emindi. Tulumbacı reisi talebi reddetmiş, Liya'nın kardeşleri Güzel Hasan’ın peşine düşmüş, barışı ise Şimon Asayas sağlamıştı (Dönemin en önemli hahamlarından biriydi).”
Balat tulumbacılarından da bahseden yazar, kabadayıların -her yerde olduğu gibi- tulumbacılık (itfaiyecilik) da yaptığını ve canlarını hiç düşünmeden yangına girdikleri için kahramanlıklarıyla halkın sevgisini kazandıklarını belirtiyor. Asıl olarak Yahudi Köçek, Fıstıkçı Nesim, David Reis gibi isimlerin en ünlüler arasında yer aldığını ve her birinin reislerinin yangına giderlerken ellerinde hilal taşıdıklarını da sözlerine ekliyor.
Hasköy kabadayıları o kadar popüler olmuştur ki, yolları Amerika’ya bile düşer. Ergun Hiçyılmaz, Amerika hikâyesini ise şu şekilde aktarır:
İsraelaçi Pazi, Yahudi tulumbacı takımının en gözde elemanları arasındaydı. Hazan Aaron Kohen, Hasköy tulumbacılarını anlatırken, semte bir Amerikalının geldiğini, semti gezerken İsraelaçi’nin şöhretini duyduğunu ve tanışmak istediğini yazar:
“Tulumbacıların yangına koştuklarında çıkardığı o naralar, egzotik görünüm ve giyim kuşamlarından çok etkilenmişti. Bu Amerikalı için büyüleyici bir manzaradır. O kadar etkilenir ki, İsraelaçi’yi New York’a davet eder. Amacı bu otantik görünümü, bu cesur kişiyi Amerikalılara tanıtmaktır. İsraelaçi, Amerika’ya gider ve hünerlerini gösterir. Ve orada uzun müddet kaldıktan sonra geri döner.”
Sonunda İsraelaçi zengin olur ve semtin diğer tulumbacılarını da bir gösteri düzenlemek için Amerika’ya gitmeleri yönünde ikna eder. Böylece bir-bir buçuk ay kadar süren bir yolculuktan sonra New York Limanı’na “Heeeyt, yangına gideee Haskööööy!” naraları atarak varırlar.
Yaşanmışlıkların ne kadar bilincine varırsak, anlatılan mekânları gezdiğimizde oralara bir o kadar farklı bağlanıyoruz. Hasköy, Balat ve Boğazkesen’i kökenlerim oraya ait olduğu için zaten bir başka severim. Dedem, yaşadığı o yerleri çocukluğumdan beri bana anlattığı için ne zaman o sokaklarda gezinsem kendi benliğime doğru içsel bir yolculuğa çıkarım. Şimdi ne Yedi Bela Liya ne de İsraelaçi Pazi var… Ama belki iyice kulak kabartırsak derinlerden gelen bir yankı kulağımızı tırmalar; kim bilir…