Bir öğretmenin ‘kaş yapayım derken göz çıkardığı’, özünde çok naif ve tertemiz duygularla teşebbüste bulunduğu ancak hiç beklemediği sonuçlarla karşılaştığı bir sevabın öyküsü. İnsanı düşündüren, acaba dedirten bir hikâye. Acaba öğretmen önceden biraz üstünde kafa yorsaydı belki de böyle sonuçlanacağını tahmin edebilir miydi? Etseydi de hiç bu işe kalkışmasaydı ya da en azından kendisi başı çekmeseydi daha mı iyi olurdu? Tabii ‘keşke’lerle hayatı yönetmek ve anlamak çok zor.
Asfalt Yol, bir öğretmenin ‘kaş yapayım derken göz çıkardığı’, özünde çok naif ve tertemiz duygularla teşebbüste bulunduğu ancak hiç beklemediği sonuçlarla karşılaştığı bir sevabın öyküsü… Aslında öğretmenin problemle ilgili çıkış noktası çok basit ve elzem bir bakış açısını işliyordu: Bir köy yolunun delik deşik olmasından dolayı asfalt ya da benzeri bir materyal kaplaması yapılarak köyün daha medenileştirilmesi… Öğretmen bunun için hem mesleğini icra ettiği köyde hem de civar köylerde sesini ve kalemini (yazdığı birçok dilekçeyle) duyurmaya çalışıyor. Bunu o kadar kararlılık ve şevkle yapıyor ki, ismi civar bölgelerde bile tanınmaya başlıyor. Nitekim gayretlerinin meyveleri kendisine vali tarafından bahşediliyor, her ne kadar tam kendi beklediği şekilde olmasa da. Vali işin içine politikayı da katarak bir şekilde süper egoların da devreye girmesiyle işi hallediyor. Gerçekten de köy asfaltlı bir giriş yoluna (dağlardan köye doğru) kavuşuyor. Ancak bu işin içine giren herkes bir nüansı atlıyor; maalesef her şeyi mahvedecek bir nüans. Evet, asfalt döşemesine döşediler hatta çok da güzel oldu ama köyde kullanılan taşıtların tekerleklerine uymadı! Kağnıların ve yaylıların tekerlekleri asfaltı bozmaya başlıyorlar. Devlet de bu sefer “Sizin için bu kadar para harcadık, şimdi taşıtlarınızla yolu bozmanıza izin veremeyiz. Ya taşıtlarınızın tekerleklerini değiştirin ya da her zamanki yoldan değil de dağın etrafından dolaşarak köyünüze gelin” diyor. Amanın, bir bakıyorlar ki tekerlekleri değiştirmezlerse dağın etrafını dolaşıp köye gelmeleri yolu altı saat uzatacak. Tekerlekleri değiştirmek için para da kimsede yok. O kadar büyük bir problem ki bu bir günah keçisi gerektiriyor. Eh gönüllü var mı? Öğretmen tabii ki… Bu fikri ilk veren o değil miydi?
Öğretmene karşı bir saygı olsa da köylülerin kendisine olan negatif davranışlarını fark eden bu aydın kişi, muhtardan da ciddi bir uyarı duyunca yine muhtarın tavsiyesiyle bir gece köyü elinde bohçasıyla terk ediyor. Kalsa belki hayatı bile tehlikeye girecek.
Olaya bakın, ne acı değil mi! Köye medeniyeti getiren anlayış medeniyeti kullanma imkânını beraberinde getiremiyor.
Kafama takılan soru şu: Acaba öğretmen önceden köydeki taşıtların tekerleklerinin asfalt yola uygun olmadığını tahmin edebilir miydi? Ben o öğretmen olsaydım fark edemezdim gibi geliyor. Belki de mühendislik eğitimi almış olan bir eğitmen olsaydı o zaman fark edebilirdi diye düşünüyorum. Pek tabii ki o asfaltın döşenmesi için yollanan proje uzmanının bunu en başta düşünmesi gerekmez miydi? Demek o adam yalnızca işini yaptı ve kurduğu yeni teknolojinin nasıl kullanılacağını hiç düşünmedi. Belki de çıkarmamız gereken en önemli ders bu: altyapısını kurduğumuz ne işler vardır kim bilir, aslında kullanamayacağımızı önceden tahmin edemediğimiz. Bu da herhangi bir iş yapılmadan önce uygunluğu konusunda özel çaba harcamamız gerektiğini bize acı bir şekilde öğretiyor.
Ama öğretmene sesleniyorum, “Çok değerli öğretmenim, yeni gittiğiniz köylerde lütfen yine eksik konular yakalarsanız onlar için de savaşın ve o köyleri de değiştirin çünkü ancak sizin gibi insanların gayretleriyle medeniyet pelerinini toplumlarımıza giydirebileceğiz ve ‘sorgulama’ ihtiyacını etrafımıza yayabileceğiz.”
Sevgili okurum, arzu ederseniz size bu hikâyeyi (8 sayfalık) ulaştırabilirim. Okuyup görüşlerinizi bana e-mail olarak ([email protected]) yollamanız durumunda üzerinde tartışabilir, fikir alışverişinde bulunabiliriz.