Her birimizin gözünü dolar ve euro kurundan ayırmadığı bu günlerde cebimizdeki yabancının kim olduğunu ve ne yapmak istediğini bir türlü bulamıyoruz! Ama endişelerimiz had safhada! Sınıflar arası mı yoksa kurlar arasında mı savrulacağız asıl merakımız da bu yönde cevap arıyor. Ekonominin hangi ellerde ve nasıl olduğu konusuna girmek istemiyorum. Fakat hiçbirimizin masum olmadığı bu hikâyenin, yıllar evvel hiç de tahmin etmediğiniz bir yerde başladığını hatırlatmak isterim!
Her birimizin gözünü dolar ve euro kurundan ayırmadığı bu günlerde cebimizdeki yabancının kim olduğunu ve ne yapmak istediğini bir türlü bulamıyoruz! Ama endişelerimiz had safhada! Sınıflar arası mı yoksa kurlar arasında mı savrulacağız asıl merakımız da bu yönde cevap arıyor. Ekonominin hangi ellerde ve nasıl olduğu konusuna girmek istemiyorum. Fakat hiçbirimizin masum olmadığı bu hikâyenin, yıllar evvel hiç de tahmin etmediğiniz bir yerde başladığını hatırlatmak isterim!
Bir dans pistinde coşuyordunuz! Ve her şey lastik ayakkabılarınızla Afrikalı dansçıları taklit ederken yahut arkalı önlü hatta kızlı erkekli tepişirken başladı. Bir yaz günü ya da kış günü olması ise önemini artık korumuyor.
Çoğunuz hatırlar, ‘Ye ke ye ke’ şarkısıyla Mory Kante’nin kollarında ve Kaoma’nın içimizi kıpır kıpır eden Lambada eteğinin gölgesinde büyüyen çocuklardık. Ye ke ye ke ile çıldıran, Lambada ile birbirinin arkasına geçen bir jenerasyonduk. Ve sanırım bilinçaltımıza işleyen dansın figürleri aklımızı daha o günlerde allak bullak etti. Hatta hepimize ilk zehirli tohumlarını attı demek belki daha doğru olur. Çünkü sonrası çorap söküğü gibi geldi.
Aslında evinin önünde suikasta kurban giden Uğur Mumcu’nun yazdıklarından esinlendim. Rahmetli üşenmemiş ‘liberal direk teorisini’ bulmuş, detaylarını da yazmış. Ama hastalık gibi gördüğü bu tuhaf duruma ilaç da, derman da bulamamış. Fakat ilginç bir çözüm öne sürmüş!
Liberal direk teorisi için yabancı ideoloji sahibi olma hastalığı tanımını yapmış. Bugünkü iktidarın farkında olmadan onu savunacağını nereden bilsin Uğur Mumcu! En temelden çatışarak elbette!
Yine de ah Neriman der gibi vah Amerika çekiyorum içimden! Çünkü sayende kimler kimlerle fikir birliğine vardı!
Neyse, Uğur Mumcu bu hastalığın, biraz Adam Smith biraz da yerli yazar okunursa hafif atlatılacağını savunmuş. Fakat Marks’ın başının altından ve de Prof. Friedman’ın fikrinden çıkan sosyalizm ve kapitalizmi fikir anlaşmazlığına benzetmiş. “Marks’ı zamanında yakalasaydık devşirir yeniçeriye katardık” diyebilecek kadar da öngörülüymüş. Sonunda yabancı ideoloji sahibi olmayı Marks’ın kayınpederi ile yaşadığı sorunlara bağlamış. Soylu bir aile ile evlenen kompleksli damadın dünyanın başına açtığı dert gibiymiş Marks’ın yaptığı! Sırf bu yüzden de sorunu “gençlik hastalığı” diye damgalamış. İleri yaşlarda sosyalist düşünceleri savunanlarda beyin kireçlenmesi olabileceğini söyleyerek üstelik! Buna takma sebebi ise elbette bizim iş dünyamızın hatta ülkemizin zamanları aşan zamansızlaşan tavrı olmuş. En büyük örneği kendisi dönekliği tanımlayarak vermiş.
“Dönek, döne döne düşünene derler, Döne döne düşünen, bütün düşüncelerle temasa geçtiğinden ufkunu genişletir, vicdanını rahatlatır, cüzdanını havalandırır...” Aynen böyle bir açıklama bulmuş. Liberal direk teorisine ise döneklerin hava değişimi sırasında edindiği deneylerin toplamı olarak bakmış. Türk ekonomi tarihine getirdiği açılımlara takılmamak mümkün değil.
Peki ya Mory Kante’nin ye ke ye ke yapan çocukları?
Onlardan biri olarak düşünüyorum sanki. Mesela, paylaşım ekonomisini mahalle kavramıyla yahut komşularıyla bir şekilde kaynaşan butik sitelerde tanıyan kuşağın yaralı kapitalistlerine dönmüş olabiliriz.
Fakat ta o zamanlar şarkıdan yola çıkarak yaptıkları ve dünyaya sattıkları lastik ayakkabı ve etekleri de biz giydik! Sonra Lambada yaparken ilk yasağımızla tanıştık. Mahallesinde ayıplandı belki kimileri. Ama yılmadık, tek şarkıyla dünyanın fetih edilebileceğini gördük. Ye ke ye ke diye havalara zıplarken mesafelerin kısaldığı, kültürlerin birleştiği başka bir networkte buluştuk. Doğal olarak çevrim dışı kalamazdık. Kalmadık. Bu arada Marks’ın üzerini Lambada yapa yapa hatta kıvıra kıvıra çizdik!
Halbuki ezilmişlerin protest eseriydi ye ke ye ke ve biz hunharca en kapitalist haliyle dünya pazarında çevirdik, lime lime ettik. Afrikalı, Faslı, Cezayirli, Tunuslu gençlerin sisteme karşı en barışçıl isyanını serbest pazarda güzelce fırsata çevirdik. En azından pazarlanan neyse onu gözü kapalı biz de talep ettik.
Daha ütopik olanı ise bugünkü kişisel ve ruhsal gelişim akımını ilk elden üstelik fiziken başlatan lambada dansına tutunduk! Askeri kışlalardan, dünya liderlerinin en katı merkezlerine kadar Lambada’yla döndük durduk. Bir devrimin hatta devrimcinin yapamadığını tüm dünyaya güle oynaya yaptırdı bu şarkı.
Çünkü Lambada aynı zamanda, işi şansa bırakmak ve kimin arkasına ya da önüne takılabileceğinizi bilip kendinizi kaderin merhametine bıraktığınız devrin belki de ilk çılgınlığıydı. Fakat biz bunu da kendimize göre uyarladık ve ekonomik Lambada’mızı işimize gelenlerle yaptık. En hakiki ye ke ye ke’leri de başkalarına çektik.
Yine de o günlerde halay zincirini kırıp lambada ekonomisine bağlanan Türkiye, bugün ise hiç olmayan halay başını mı arıyor yoksa herkes Lambada’yı gizli köşelerde mi yapacak? Merak ediyorum.