“Euro kaç oldu?” ve “Peki ya dolar? Dolar kaçı geçti?” gibi cümleler son birkaç günün uyku haricinde geçirilen zamanlarında (ki rüyasında parite görenlerin sayısı da azımsanacak gibi değil) sıkça ağzımızdan çıkan cümleler oldu. Ekonomik olarak zor zamanlardan geçen ülkemizin her kesiminin bu çalkantılı dönemden etkileneceği aşikâr. Bu kesimlerden biri olan Türk basketbol dünyasının yaşadığı değişimden ve bunun sonucunda bizi nelerin beklediği hakkında naçizane görüşlerimi sunmak istiyorum.
Türk Lirası cinsinden geliri karşılığında Euro veya Dolar cinsi para harcayıp oyuncu transfer eden kulüplerimizi ithalat yapan organizasyonlar olarak görebiliriz. Son zamanlarda yaşanan kur dalgalanmaları ister istemez onların borç yükünü arttırmış durumda. Bunun yanında futbol takımlarının can suyu olan Şampiyonlar Ligi ve UEFA Avrupa Ligi gibi turnuvaların karşılığı olan Euroleague ve Eurocup’ın yabancı para birimi üzerinden gelir getirmemesi ve bilet satışlarının da güvenilir bir gelir kaynağı olmaması sebebiyle takımlar neredeyse tamamen öz kaynakları veya sponsor desteğiyle ayakta kalabilmekte. Bu da basketbol kulüplerinin ülke ekonomisinde yaşanan değişimlerden doğrudan etkilenmesine neden olmakta.
Bunun etkisini ülkenin ekonomik büyüme gördüğü birkaç yılda Türkiye Basketbol Ligindeki takımlarının büyümesi ve Avrupa’da birçok başarı elde etmesinde kolayca görebiliriz. Beşiktaş’ın Eurochallenge, Galatasaray ve Darüşşafaka’nın Eurocup ve Fenerbahçe’nin Euroleague şampiyonluğu kazanması, bu yükselişin meyveleriydi. Ayrıca Banvit, Tofaş, Pınar Karşıyaka gibi takımların da sponsor desteğiyle güçlenmesiyle beraber, Türkiye Basketbol Liginin iyice rekabetçi bir hale gelmesi ve kendini Avrupa’nın elit ligleri arasına sokmaya başarması da ekonomik güçlenmeyle gerçekleşti.
Ancak son zamanlarda ekonomik göstergelerin aynı güçte olmaması, ibrenin küçülmeye doğru döndüğü sinyalinin verilmesine neden oldu. Her spor dalında olduğu gibi basketbolda da lokomotif görevi gören üç büyüklerin, futbol kaynaklı borçları yüzünden basketbol şubelerinden kesinti yapmak zorunda kalmaları, özellikle Galatasaray ve Beşiktaş’ın ciddi güç kaybetmesine yol açtı. Fenerbahçe ise önce Ülker’in sonra da Doğuş’un sponsorluğunu azaltmasıyla transfer sezonunu geçmiş sezonlara göre daha sessiz geçirdi. Hatta başkan Ali Koç yaptığı açıklamada geçen sezon yapılamayan ödemeler sebebiyle Koç Obradoviç’e mahcup duruma düştüklerini belirtti.
Büyüklerde durum buyken Türkiye Basketbol Liginde orta sıralara oynayan ve son iki sezondur iyi bir iş çıkaran Eskişehir Basket, “Sponsor arayışının olumlu sonuç vermemesi ve mali yükün başkan ile yönetim kurulu üzerinde kalması” sebebiyle faaliyetlerini durdurdu. Böylece ligin son zamanlarda iyice azalan rekabetçiliğine bir darbe daha vurulmuş oldu.
“Peki şimdi ne olacak?” diye sorduğumuzda akla gelen ilk şey, hem ligin kendi içinde, hem de Avrupa liglerine katılan takımlarımız özelinde rekabetçilik bağlamında bir azalma yaşayacağı gerçeği. Birkaç sezondur yaşadığımız İspanya Ligi modeli çok takımlı rekabetten, Rusya, İsrail veya Yunanistan liginde gördüğümüz gibi iki takım tarafından domine edilen bir lig modeline geçiş kaçınılmaz gibi görünüyor.
Ancak her şey bitmiş değil. Gerçekleştirdiği son toplantıdan sonra yaptığı açıklamada federasyon, yaşanan ekonomik zayıflamanın altını çizerken bununla ilgili gereken çalışmaların yapılacağını belirtti. Sunduğu yol haritasında ise iki unsura vurgu yaptı. Birincisi, hem federasyon ve takımlar arasındaki, hem de takımların kendi arasındaki dayanışmanın ciddi bir şekilde artırılması için gereken önlemlerin alınması. İkincisi ise önümüzdeki sezon için getirilen ligde beş yabancı oynatma kuralı vasıtasıyla gençlere teşvikin arttırılması ve böylece gider kalemlerinin azaltılması.
Eğer bu iki unsurun yanında gelir kaynakları çeşitlendirilmesi yönünde verimli çalışmalar yapılırsa basketbol ligimizin tekrar eskisi rekabetçi hale gelmemesi için bir sebep yok. Yeter ki kulüp yöneticileri ve federasyon şu ana kadar ilerledikleri, aklın önderliğindeki yollarında devam etsinler.