“Dünyaların dünyasını görmen için, gözlerini değiştir. Kuşların, şarkını dinlemesi için, gırtlağını değiştir.” Eduardo Galeano, Hikaye Avcısı
“Hafıza bizim temel tohumumuzdur. Mısıra karşı ilgisizliğimiz yüzünden artık nereden geldiğimizi bilmiyoruz. Çok fazla ayrıkotu zehri, çok fazla böcek ilacı, çok fazla gübre yüzünden toprak hasta oluyor. Onca kimyasaldan sonra toprak uyuşturucu müptelası gibi oluyor. Çeşitliliğimiz ölüyor. Mısır tarlası artık eskisi gibi değil; eskiden mısırın yanı başında fasulye, biber, domates, balkabağı da ekili olurdu... Artık yağmurun, yaldızların, iyi havanın işaretlerini okumayı bilmiyoruz...” diyerek Güney Amerikalı köylülerin düşüncelerini aktarıyor Eduardo Galeano ‘Hikaye Avcısı’ kitabında.
Dönüp kendimize bakıyorum. Hafıza bizim toplumsal alanda da temel tohumumuz. Ve ne yazık ki temel sorunumuz. Toplumumuzun neredeyse tamamı, her birimiz, geçmişimize ve komşularımıza karşı ilgisizliğimiz yüzünden artık kim olduğumuzu bilmiyoruz. Kalıpların ve etiketlerin arkasına saklanmışız... Daha kötüsü komşumuz da aynısını yapmış. Daha da kötüsü her birimiz komşumuzu da kendimizce bambaşka etiketler arkasına hapsetmişiz.
Onca kurgu, onca etiket onca duvarın yüzünden toplum da hasta olmuş. Geldiğimiz yeri bilmiyoruz. Ayrık otları bilgisizliğimizin üzerine yükseliyor. Bizi birbirimizden daha da uzaklaştırıyor. Aynı lisanı konuştuğumuz komşumuzun söylediklerini artık duymaz, anlamaz olmuşuz.
Misal, 500. Yıl Türk Musevileri Müzesinin etkinliklerini duyurduğum ortamlarda sıklıkla aynı soruyla karşılaşıyorum: “Musevi Müzesi, biz girebilir miyiz ki?”
Bir örneğini de geçtiğimiz hafta Yeniköy’de Panayia Rum Kilisesinde yaşadık. Kilisenin kapısında ilan edildiği üzere herkese açık bir konserdi söz konusu olan. 2018 Meryem Ana etkinliklerinin son ayağı. Yoldan geçip, konserin bilgisini gören herhangi birimizin, bu etkinliklere girebilmesi için kendi zincirlerini kopartması gerekiyor. Cesaret etmemiz gerekiyor. Geçmiş zamandan beri birlikte yaşadığımız komşuluklarımızın kapılarından önce bakışlarımızı uzatabilirsek, sonra daha da bir büyük çaba ile içeri ilk adımımızı atabilirsek... Evet, ilk adımı atabilirsek... Cesaret edip yetkili kişiye “Ben Rum değilim, Hristiyan da değilim... Ama dışarıda yazıyor gördüm; Avrupa’da hep kiliseleri gezeriz, burada da konseri izlemek, dahil olmak mümkün mü?” diye sorsak... Çoğu zaman cevap olumlu olacaktır. Oysa bizler öylesine saklanmışız ki kurguladığımız etiketlerimizin ardına... Sormaya cesaret ettiğimizde olumlu cevap alsak bile algılayamıyoruz. Hâlâ kendimizi akredite ettirebilmenin yollarını arıyoruz.
Tam da bu durum gerçekleşti gözlerimin önünde geçen akşam Yeniköy’de Rum Katolik Kilisesinin avlusunda. Ben davetli idim, ama kapıdan geçerken etkinliği gören Yeniköylü komşular çekine çekine girdi.
Etkinliğin organizatörlerinden kilisenin de yöneticisi Laki Vingas, “Kilise avluları, ibadethaneler toplumsal bütünlük için buluşma, kaynaşma yeri” bu konserin sanatçısı, Yunanistan’ın tanınmış şarkıcısı, söz yazarı, programcısı ve eğitimcisi, 1991 Eurovision şarkı yarışmasına da katılarak ülkesini 13.lüğe çıkartan Sophia Vossu’yu sunuyor misafirlerine. Tanınmış Yunan şarkıları ile izleyicisi coşturan Sophia Vossu, hepimize bir kere daha kanıtlıyor, müziğin ülkesi olmadığını.
Müziğin insanları birleştirdiğini ve düşünmemiz gerektiğini, kaybetmekte olduğumuz hatta büyük kısmını kaybettiğimiz çok kültürlülüğümüzün geride hala kalabilmiş olan kırıntılarına sahip çıkabilmenin yollarını... Belki de gerçekten, hepimiz için, her birimiz için gırtlaklarımızı değiştirme zamanıdır artık... Ne dersiniz?zophia Vossu’nun son şarkısında dediği gibi “Hep birlikte kucak kucağa olalım... Hayallerimizi bir arada yaşayalım.”