“Kenara zor günler için 1-2 milyon Ermeni, Rum, Yahudi koysaydınız, şimdi mallarına mülklerine çöker, bu krizi de atlatırdınız. Ama işte insan geleceği göremiyor, altın yumurtlayan tavuğu kesiyor.”
Agos yazarı Ohannes Kılıçdağı’n iki hafta evvel yazdığı kara mizah dolu bu tweet’e onlarca cevap yazılmış, yorumda bulunanların bir bölümü bunun doğru bir tespit olduğunu savunurken, kimileri de bu fırsatta yazarın üstünden halen azınlıklara düşmanlık göstermekte sakınca görmemişler.
“Rumların ölüsüne, dirisine, inancına, eğitimine, gündelik hayatına ve ekonomisine ait, elle tutulan her şeye karşı bir nefret ile harekete geçen topluluklar önlerine çıkan her şeyi mahvettiler. Şehir merkezinden uzaklarda ise cana ve ırza kastettiler. Toplumun bir kesimi nasıl olur da toplumun başka bir kesimini bu kadar düşman olarak algılama ve ona yapılacak her türlü zulmü hak olarak görme durumuna gelir. Geçmişteki bu tip olayların tam olarak analiz edilmemesi, zihinlerde kesin olarak mahkûm edilmemesi, tekrarlanmaları ihtimalini gündemimizden tamamen çıkmasını engellemektedir.”
Ekümenik Patrik I. Bartholomeos’un1, bundan üç yıl kadar önce 6-7 Eylül üzerinden topluma verdiği mesajlar halen geçerliliğini korumakta. Şüphesiz yaşananların sebebi olarak açıklanmak istenenler, Kıbrıs sorunu ve yalan bir haber sonucu galeyana gelen kitlelerden çok farklı, ellerinde aynı tornadan çıkan sopalarla, işaretledikleri evlerle önceden hazır, eğitimsiz, uzun zamandır içlerinde biriktirdikleri “servet düşmanlığını” dışa vurmaya istekli, içleri sebepsiz nefret dolu varoş ağırlıklı güruhun ülke tarihinin en karanlık gecesini yaşatmalarına göz yumulması, hatta izin verilmesiydi. Geriye ise 6-7 Eylül’ün saldırganlığı karşısında bazen bedeni bazen de söz ve fikirleriyle karşı durmaya çalışan, komşularının haklarını savunmaya çalışmış bir avuç onurlu insan kaldı.
Bugün halen antisemit bir gazetede “Yahudiler, Ermeniler, Rumlar” diye başlayan ve ötekileştiren bir haber okusam ilk 6-7 Eylül’ü hatırlarım. Ne zaman Beyoğlu’nda ellerinde pankartlarla yürüyen güruhlar görsem 6-7 Eylül’ün nasıl olabildiği gözümde canlanır. Galata’daki evinde eşi ve kızlarının önünde sırf canını korumak, evini talan etmeye gelenlere “Ben onlardan değilim, sünnetliyim” diyebilmek için pantolonunu indirmek zorunda kalan Yahudi babanın dramı içimi cızlatır. Beşiktaş’ın orta yerinde mahallenin en güzel kızının ırzına geçmeye çalışan, mezarlara girip ölülerin kemiklerini çıkaran, işkence yapan, papazları sünnet edip, sakallarını kesen canilerle aynı ülkede yaşamış olduğumu düşünür, insanlığımdan utanırım. Yaşananlardan birkaç gün sonra Patrik zararların telafi ve tamir edileceğini belirtip, cemaate burada kalmalarını rica ederken, kalabalıktan çıkan bir kadının “Patrik cenapları, kızım saldırganlardan biri tarafından tecavüze uğradı. Peki, onu ve onunla aynı kaderi paylaşmış olan kızlarımızı nasıl tamir edeceksiniz?” sorusu halen kulağımda yankılanır.
Bu topraklarda bir daha 6-7 Eylül yaşanmasın diye sorumluluk duymalı, özür dilemeli ve tüm samimiyetimizle barışı ön planda tutup, Tanrı’dan bizlere bu acıyı bir daha yaşatmamasını dilemeliyiz. Gençlerimize yaşananları anlatmalı, ülkemizde yaşayan ve herhangi bir nedenden dolayı zor durumda olan hangi toplum olursa olsun, çoğulcu yaşamın kurallarından çıkmadan olaylar karşısında sakin, galeyana gelmeden ve düşünerek hareket etmeleri gerektiğini öğretmeliyiz. Geriye dönüşü olmayan ve pişman olacağımız hareketlerden toplumca uzak durmalıyız. Her şeyden evvel ve daha da geç kalmadan yaşadıklarımızla yüzleşmeliyiz. Toplumun bir kesiminin nasıl olur da başka bir kesimini düşman olarak algılayabildiğini, yaşananları öğrenip, anlayabildiğimiz an ilerde yeni 6-7 Eylül’lerin yaşanabilme ihtimalini belki engelleyebiliriz. Bir daha asla yaşanmaması dileğiyle…
1 Bu makalenin yazımında Serdar Korucu’nun hazırladığı ‘Patriklik Fotoğrafçısı Dimitrios Kalumenos’un objektifi’nden 6/7 Eylül 1955’ kitabından ve Rıfat N. Bali’nin 6-7 Eylül 1955 Olayları Tanıklar – Hatıralar kitabından yararlanılmıştır.