Yedi yıldır süren Suriye’deki iç savaşta belki de artık gerçekten son perdeye yaklaşıyoruz. Rusya ve İran desteğiyle kaybettiği toprakları büyük ölçüde geri alan Beşar Esad yönetimi, “ülkeyi teröristlerden temizleme” hedefiyle, muhaliflerin son kalesi, İdlib’e operasyon hazırlığında.
İdlib, rejim açısından oldukça stratejik bir noktada. Suriye’nin kuzeyinden Ürdün sınırına kadar uzanan, Halep’i Şam ve Lazkiye ile bağlayan M5 otoyolu buradan geçiyor.
İdlib’i Türkiye açısından önemli kılan kuşkusuz öncelikle Astana süreciyle garantörlük görevi üstlendiği çatışmasızlık bölgesi oluşu. Hâlihazırda İdlib’te Türkiye’nin denetiminde 12 gözlem noktası bulunmakta. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin aralarında El Kaide bağlantılı Heyet Tahrir el Şam gibi cihatçı örgütlerin de bulunduğu muhalif gruplar yelpazesi içinde hem bu grupların kendi aralarında hem de rejimle çatışmalarını önlemek gibi oldukça çetrefil bir görev üstlendiğini daha önceleri dile getirmiştik. İdlib, diğer bölgelerden nakledilen savaşçılar ve onların yakınlarıyla birlikte bir nevi muhalif deposu haline geldi. Rejimin 2,5 milyon sivilin yaşadığı tahmin edilen İdlib’te toplu bir imhaya girişmesi, kelimenin tam manasıyla bir katliam yaratacak. Türkiye açısından böylesi bir operasyonu riskli kılan bir diğer husus, çatışmaların tetikleyeceği göç dalgası. BM bu sayının en az 800 bin civarı olacağını öngörüyor.
Bugün İdlib’te üç ana muhalif grup öne çıkmakta. Bunlar başta sahaya büyük ölçüde hakim olan, El Kaide’den devşirilen El Nusra bağlantılı Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) olmak üzere, Hurras El-Din (HTŞ içinden çıkan ancak el Kaide bağını kesmeyi reddeden “Dinin Koruyucuları”) ve son olarak Temmuz 2017’den bu yana giderek genişleyen, Türkiye destekli ÖSO gruplarının da kapsayan Ulusal Kurtuluş Cephesi.
Esad rejiminin İdlib’ten önce Suriye’nin güneyindeki Deraa bölgesinde muhaliflerle anlaşmaya varmış olması, İdlib’te de benzer bir modelin işleyip işlemeyeceğini düşündürmüştü. Ancak Heyet Tahrir el Şam lideri Ebu Muhammed el Jolani intiharla eş değer görülen anlaşma olasılığını tümden reddediyor.
Türkiye, Rusya, İran ve dolaylı olarak Şam yönetimi arasında yürütülen diplomatik müzakerelerin basına yansıyan detaylarına göre, Ankara’dan beklenen İdlib’te nispeten ılımlı sayılabilecek muhalif grupları radikal unsurlardan ayırıp, kendi tarafına çekerek, yeni bir komuta çatısı altında birleştirmesi. Bu senaryoya göre, Ulusal Kurtuluş Cephesinin İdlib’i HTŞ ve Hurras el Din’den arındırması öngörülüyor. Böylelikle, Türkiye destekli muhaliflere masada müzakere olanağı sağlanması karşılığında, Suriye ordusu Rusya ve İran desteğiyle geriye kalan radikal grupları temizleyebilecek.
Bu bağlamda Ankara, 31 Ağustos’ta Heyet Tahrir el Şam örgütünü terör listesine alarak, İdlib operasyonu başlarken ortaya çıkan tartışmalı koordinasyon görüntüsünü silen bir adım atmış ve bir anlamda pozisyon belirlemiş oldu.
TSK da İdlib operasyonun olası sonuçlarına karşı Hatay bölgesine personel ve zırhlı sevkiyatı yapıyor. İdlib’te bulunan 12 gözlem noktası beton bariyerler ve ateş destek unsurlarıyla donatılmıştı. Ankara bu kez mülteci akımını Suriye içerisinde durdurmak niyetinde. Yeni bir göç dalgası riskine karşılık Atme kampı da genişletilmeye çalışılıyor.
Bu arada İdlib’ye kimyasal saldırı olacağına dair iddialar da hız kesmiyor. Daha kimyasal salıdır gerçekleşmeden Batılı kaynaklar Esad rejimini, Suriye, İran ve Rusya’ya yakın haber kaynakları ise batılı güçleri olası saldırının faili olarak gösteriyor. ABD Başkanı Donald Trump da Suriye’de kimyasal saldırı olduğu takdirde -tıpkı Nisan 2018’de Duma’daki saldırı sonrası olduğu gibi- Washington’un tepkisiz kalmayacağını söyledi. Rusya’nın Doğu Akdeniz’deki askeri varlığını pekiştiren ve 8 Eylül’e dek sürecek askeri tatbikat, bu anlamda batılı güçlerin İdlib’e olası müdahalesini caydırma amacı taşıyor. Başkan Trump’ın beyanatının yankıları sürerken, Kremlin sözcüsü tarafından “terörist yuvası” olarak nitelenen İdlib çevresini Rus savaş uçakları tarafından vurulmasını da “Rusya’dan sevgilerle” imzalı bir cevap olarak okuyabiliriz.
Şimdi gözler, Astana süreci garantörlerinin Tahran’da bir araya geleceği 7 Eylül Zirvesi’nde. Ankara, Rusya’dan Şam yönetimini İdlib’te topyekün bir imhaya girişmekten vazgeçirmesini istiyor. Dile getirilen bir diğer seçenek ise, Türkiye destekli muhalif grupların Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı operasyonları neticesinde kontrolü ele geçirilen bölgelere gönderilmesi. Ancak ideolojik olarak el Kaide’den ton farkı seçilemeyen muhalif grupların Türkiye sınırı boyunca koridora sıkıştırılması ciddi bir güvenlik sorunu yaratabileceği gibi, rejimin eninde sonunda bu bölgeleri temizleyeceği hesaba kattığımızda, kaçınılmaz sonu geçici bir süre için ötelemiş olacağız.
Bakalım, Rusya, bir tarafta iktidarda tutmak için maddi manevi yatırım yaptığı Esad rejimi ile “stratejik ortak” olarak tanımladığı Türkiye’nin taleplerini karşılayacak bir ara formül bulabilecek mi? Günün sonunda, İdlib operasyonu Rusya ve Türkiye’nin birlikte hareket ettikleri aktörleri ne ölçüde ikna edebileceklerinde düğümleniyor. Kuşkusuz, Ankara açısından bir dönem destek verilen grupların gözden çıkarılmasının siyasi maliyeti göz önüne alınıyordur.Rusya, İdlib çevresini hedef alan saldırılarıyla, Tahran Zirvesi öncesi Suriye konusunda kimin sözünün ağırlık taşıdığını göstererek el yükseltmiş oldu. Tüm bu gelişmeler Suriye savaşının son safhasının bir hayli kanlı geçeceğine delalet.