Eylül ayının en çok nesini seviyorum biliyor musunuz? Okulların açılmasını. Şu şahane ayı idrak etmeye başladığımız bu güzel günlerde sizleri dolar, Trump, ekonomi şeytan üçgeninin gündeminden biraz uzaklaştırmak istiyorum. Milli Eğitim Bakanlığının, çalışma takvimine göre, okullar 17 Eylül 2018 Pazartesi günü açılacak ancak bazı özel okullar bu hafta başından itibaren eğitime başlıyor. Yine, Milli Eğitim Bakanlığınca açıklanan son verilere göre, Türkiye’de 17,5 milyona yakın öğrenci örgün eğitim alıyor ve rakamlara bakılınca öğretmen sayısı da 1 milyonu geçiyor. Kaba bir hesapla 19 milyona yakın insan okula gidiyor ve bu genç nüfusun en azından kendisiyle ilgilenen tek kişilik bir ailesi bile bulunsa 38 milyon insanımız okulla yatıp okulla kalkıyor. Bu büyük bir kitlenin Osmanlı ataları acaba nasıl bir eğitim sistemine sahipti diye bir düşünce aklınızdan geçebilir. Gelin şöyle bir göz atalım büyük büyük dedelerimiz ilkokula nasıl başlardı?
Osmanlı dedelerimiz çocuklarını 5-6 yaşlarına gelince adlarına mahalle mektebi, taş mektep, Arapça’da ‘Sabi’ denilen küçük çocuklar okutulduğu için de daha ünlü ismiyle ‘Sıbyan Mektebi’ denilen okullara gönderirlerdi. Osmanlı eğitim sisteminde ilköğretim kurumlarını bu mektepler oluştururdu. On yaşına kadar Kuran’ı hatmeden çocuk daha sonra kelime bilgisi, hitabet, dilbilgisi, edebiyat, tarih gibi ek konular üzerinde üç yıl daha çalışabilirdi. Arapça ‘ke-te-be’ kökünden üretilen mektep kelimesi, yazı yazma öğrenilen yer demektir. Ancak, Müslümanlıkta bir çocuğun her şeyden önce kutsal kitabını öğrenmesi gerektiğinden bu kelime daha çok Kur’an öğrenilen yer anlamında kullanılmıştır.
Kız olsun erkek olsun anne babalar çocuklarını akılları ermeye başladığında okula göndermekle mükellefti çünkü Kur’an’dan ayetlerle ve hadislerle kitabın öğrenilmesi desteklenmiştir. Okula başlayacakları zaman bir tören uygulanır ve bu törene de ‘amin alayı’ denirdi. Pedagojik açıdan çocuk gelişimine ve onun okula alışmasında büyük katkı sağlayan bu anlamlı tören Yahya Kemâl Beyatlı, Halide Edip Adıvar, Ercüment Ekrem’in hatıralarında anlatılır. Okul çocuklarından oluşan‚ âmin alayı okula başlayacak olan çocuğu, dua ve ilahiler ile evden alır; okuldan hareket eden âmin alayı eve doğru yaklaşırken çocuk, kapıda bekletilir, âmin alayı eve gelince hoca dua eder, arkasından herkes ‘âmin’ der ve daha sonra çocuk önceden süslenerek hazırlanmış bir arabaya veya midilli adı verilen ata bindirilip ilahiler eşliğinde evden çıkarılırdı. Kalabalık bir grup eşliğinde önceden belirlenen yatır ve türbeler ziyaret edilerek dua edilirdi. Ailelerin adeta sünnet ya da nişan töreni kadar önemsediği bu törenin öteki adı da ‘Bed-i Besmele Töreni’ idi ve çocuğun okul korkusunu gidermek, onu okumaya yakınlaştırmak amacı taşırdı. Sıbyan mekteplerini Müftüler ve Şeyhülislam yönetirdi ancak, mekteplerin belli bir yönetmenliği, devletçe veya herhangi bir makamca düzenlenmiş belli bir öğretim programı yoktu. Mektebin belli bir öğretim süresi de yoktu ancak 5-6 yaşlarında başladıkları okul 13-15 yaşlarında biterdi. Öğretim sabah erken başlar, öğlen vaktinde verilen bir aradan sonra ikindiye kadar devam ederdi. Erkek çocukları ergen, kız çocuklar ise kaç-göçü gerektiren bir yaş ve bünyeye sahip oluncaya kadar mektebe devam ederlerdi. Kız ve erkek çocukların birlikte yan yana oturarak öğrenim gördükleri mektepler olduğu gibi kızların yerleri ayrı olanları da vardı. Okulu bitirmiş sayılmak için Kur’an’ı en az bir defa baştan sona okuyabilmek yeterliydi. Sıbyan mektepleri dedik ama ‘okul’ denebilecek binalar da başlangıçta aslında yoktu. Mescitleri kirletebilecekleri düşüncesi ile, onlara mescitlerde yer verilmeyince bu okullar özel evlerde, mescit ve cami kenarlarında yer bulmuş, her mahallede ve hemen her köyde açılmışlardı. Bu okullar, devlet adamları, ilim sahipleri ve maddî gücü iyi olan halktan kişiler tarafından yaptırılırdı. Okulun masrafları, genellikle okulu yaptıranlar veya vakıflar tarafından karşılanırdı. Sıbyan mektebi muallimleri genellikle o mahalle veya camiin imamlığını da yaparlar, eşleri de kız öğrencilere öğretmenlik yapabilirdi. Muallimler çeşitli zamanlarda ve Kur’ân’ın bitiminde, öğrencilerden ve ana babalarından hediyeler alırlardı.
Bugün bütün bu yazdıklarımız sadece tarihimizde kaldı. Artık okul sayısı 62 bin 250, derslik sayısı 682 bin 761 olan; öğretmen sayısı 1 milyon 5 bin aşan; 18 milyon öğrencisiyle dev bir yapı var ve tüm okullar Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı. Bakanlık, bütçesi neredeyse Türkiye Cumhuriyeti bütçesinin en büyük kalemlerinden ikincisini oluşturuyor. Eğitim, öğretim tam anlamıyla ciddi bir kontrol altında tutuluyor. Ve ben ve benim gibi tüm velilere de öğretmenleri, öğrencileri ve tüm eğitim emekçileriyle yeni bir eğitim yılının başındaki ülkeme başarılarla dolu bir eğitim yılı dilemek ve “Şükürler olsun okullar açılıyor” demek düşüyor.