Bugünlerde ülkemiz karmaşık ekonomik bir süreçten geçiyor. Çoluk çocuk gündemimiz ekonomi çünkü göremediğimiz bir takım eller sürekli cebimizdeymiş gibi hissediyoruz ve mutsuzuz. Malumunuz hâlihazırda savaşlar top tüfekle yapılsa da sinsi ekonomik savaşların hayatımızı sinsice etkilediği gün gibi ortada. Her gün yeni bir hedef, yeni bir çözüm yolu arayışı ortaya konuluyor. Örneğin Cumhurbaşkanı Erdoğan uluslararası ticarette her ülkenin kendi ulusal paralarıyla işlem yapılmasının ulusal ekonomileri ayağa kaldıracak bir öneri olduğunun ısrarla üstünde duruyor. Bu önerilerin, tartışmaların, restleşmelerin nereye varacağını bize zaman gösterecek ama ‘ulusal ekonomi’mize giden sürecin hiç de azımsanmayacak ölçüde ciddi çabalarla inşa edildiğini hatırlayalım birlikte.
20. yüzyılın ilk yarısı Türkiye’de ulus-devlet kuruculuğu dönemidir. Aynı yıllar ‘milli burjuvazi’ diye adlandırılan orta katmanın siyasete ağırlığını koyduğu bir evredir. Milli iktisat, iki dünya savaşı arasında ‘devletçilik’ adını almıştır. Milliyetçilik, halkçılık ve devletçilik Cumhuriyet’in 2. Meşrutiyet’ten devraldığı ilkelerdir ve Milli Mücadele ertesi siyasal dönüşümlere, laik Cumhuriyet’in benimsenişine karşın iki dönemi bütünleyen ekseni oluştururlar.
Ziya Gökalp ve Yusuf Akçura gibi Türkçü teorisyenler ‘Türkçülük’ idealini kurgularlar. Balkan Savaşı’ndan henüz çıkmış ve durup dinlenmeden I. Dünya Savaşı’na giren Osmanlı toplumunda yükselen Türk milliyetçiliği İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından hukuki, siyasi, ekonomik ve toplumsal hayatta belirgin bir ideoloji olarak kullanılmaya başlanır. ‘Osmanlıcılık’ ideali bu dönemde tamamen önem ve etkisini yitirir, milliyet mefkure (ideal) si iptida gayr-i-müslimlerde, sonra Arnavut ve Araplarda ve en nihayet Türklerde zuhur etti. Ziya Gökalp’in Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak adlı eseri Milli İktisat’ın müjdecisidir. İktisadi sınıflar oluşmadığı ve batıya ekonomik bağımlılık devam ettiği sürece Türklerin memur ya da rençber olmaktan başka çaresi kalmamıştır. Ama Türklük bilincini oluşturmak için bunun en temel ayaklarından biri olan milli iktisat ve buna bağlı olarak Türk burjuvazisinin yani Türk tüccarı ve Türk işadamının oluşturulması temel amaçtır.
Türkçülük idealini hazırlayan döneme ise öncelikle Tanzimat’tan beri süregelen tartışmalar ve heyecanlarla gelindi. O dönemin ruhu ve çözüm yollarının başındaysa ‘Osmanlıcılık’ geliyordu. Tanzimat Döneminde Osmanlı toplumunda ciddi değişimler yaşandı. Batı Dünyası’nın askeri, teknoloji, eğitim alanlarıyla beraber sosyal ve politik örgütlenme açısından da üstünlüğü kabul edildi. Tanzimat Dönemi’nin ideolojik yapısı ise Osmanlıcılık düşüncesiyle temellendirildi. Ancak dönemin reform hareketleri bazı ikili uygulamaların oluşmasına yol açmış, bu süreç günümüze kadar devam etmiştir. Ardından gelen I. Meşrutiyet Dönemi, Osmanlı Rus Savaşı, Abdülhamit’in uygulamaları ve Osmanlı’nın Müslüman topluluklarının dahi ulusal egemenliklerini ilan ederek Osmanlı’dan ayrılmaları bu idealin de sonuna gelindiğini gösterir.
I. Dünya Savaşı’na kadar gelen çalkantılı süreç yönetim alanında bir başka yönetici oluşumu tarih alanına taşır: ‘İttihat ve Terakki’… 1914-1918 yılları arasında İttihat ve Terakki Partisi, Türk kapitalizmini ve burjuvazisini yaratmak amacıyla devlet müdahalesiyle maddi bir taban oluşturmayı hedeflemiştir. Bu politikayı ‘Milli İktisat’ olarak adlandıran İttihatçiler’in döneminde ciddi bir toplum mühendisliği yapılarak örneğin o dönemin kadın dergilerinde kadın toplumunu değiştirecek ideolojik söylemler taşıyan yazılar yayınlanmıştır. Müslüman-Türk sermaye sınıfının oluşturulma çabaları ve Türk kadınının ekonomik hayata katılımı Balkan Savaşı ve I. Dünya Savaşı gibi zorlu ekonomik darboğazlardan geçen toplumun, çare arayışlarıdır. Örneğin Türk Yurdu dergisini çıkaran Yusuf Akçura, dergisine Türkiye’nin ekonomik sorunları hakkında yazı verecek iktisatçılar bulamamaktan şikayet ederek takma adı Parvus olan Marksist teorisyen Alexandre Helphand’ın bir yazını koymuştur. Yazıda, Türkiye’nin tarım, ticaret, doğal kaynaklar, demiryolları, bayındırlık tesisleri, gümrük ve maliye gelirlerinin Avrupa’nın ekonomik güçlerinin hükmü altında olduğu, bu böyle olduğu sürece de Türkiye’nin kalkınmasının mümkün olamayacağı savunulur. Böyle bir kalkınma dış yardım ve sermaye akımıyla da olamaz, çünkü kalkınma olanaksızlığı geçmişte böyle bir yola başvurmanın sonucu olarak meydana gelmişti. Dışarıdan yardım ancak eskiden daha ağır koşullarla olabilir; bu koşullar ise çöküntüyü daha da hızlandıracaktır.
I. Dünya Savaşı ile birlikte ‘Milli İktisat’ ilkelerinin benimsenmesi, zorunlu olarak milli sermaye sorununu da ortaya çıkarır. Alman Milli İktisatçılarının görüşleri benimsenerek, özellikle Friedrich List’in görüşlerini beğenen Ahmet Muhiddin, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin basın organı niteliğindeki İslam Mecmuası’nda ‘milli sermaye’nin en kısa zamanda oluşmasının gerekliliğini savunur. Ziya Gökalp, Osmanlı’nın tamamen dışarıya kapanması ve kendi kendine yetmesinin gerekliliğine inanıyor, uzun yıllar boyunca okutulan liberal ekonominin, laissez faire laissez aller, laissez passer öğretisinin yanlışlığını vurguluyordu. O da List’i benimsiyor, Türklerin taklitçi ve milliyetsiz tarzlarının artık sonlanması gerektiğine inanıyordu.
Tabii günümüzde tarihte kalan bu söylemlerin ve ifadelerin çok daha ilerisine gittik. Türkiye, Müslüman nüfusun çoğunluğu oluşturduğu ülkeler arasında Endonezya’dan sonra ikinci büyük ekonomi ve 2018 ilk çeyreğinde büyüme hızı tüm olumsuzluklara rağmen yüzde 7,4. Arada 2. ve 3. Sanayi Devrimleri, 2011’den beri dilimizden düşürmediğimiz Endüstri 4.0 yani 4. Sanayi devrimi var. Bugün dünyanın ve ülkemizin geldiği noktada bu yeni devrimin siyasi, ekonomik, düşünsel dünyalarını kurmak için yeni ekonomistlere, filozoflara, matematikçilere ihtiyacımız var. Çünkü görünen o ki yürünecek yeni yepyeni yollar olacak…
1 Ziya Gök Alp, “Üç Cereyan”, Türk Yurdu, III, 11 (1913) , p.2.
2 Selçuk Akşin Somel, “Osmanlı Reform Çağında Osmanlıcılık Düşüncesi (1839-1913)”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce- Cumhuriyet’e Devreden Düşünce Mirası Tanzimat ve Meşrutiyet’in Birikimi, c:1, İstanbul, İletişim Yayınları, 2001, s.89.
3 Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, 2nd ed., İstanbul, 2002, p. 467.