“Belki de insanın ilk gerçek ayna evresi kendi imgesinin görüntüsü, alter egosu, görünürlüğün arkasında yatan... mutlak hiçliğin... hiçbir dilde ismi olmayan bu tanımsız şeyin kendisidir.” Regis Debray
Eylül deyip de okullar açıldı mı, şehirde takvime yetişilmez oluyor. Yaz aylarının tatlı rehavetinden sonra neredeyse her günü dakika dakika programlamak bile takvime yerleşen her şeye hakkıyla yetişmek için yeterli olamıyor.
Contemporary Istanbul yoğun ve hızlı geldi geçti bile, İKSV’nin bu yıl dördüncüsünü düzenlediği Tasarım Bienali tek başına nefes nefese bir program sunuyor. Galeriler yeni sezona hazırlanmış, neredeyse her gün bir açılış. Yanı sıra son birkaç yıldır iyice moda olan festivaller. Kahve festivali, çikolata festivali, sushi festivali... Söyleşiler, toplantılar...
Çoğu tüketmeye, kimi sorgulamaya açık. Contemporary Istanbul yine tartışmalara sahne oluyor: “Sanat mı, değil mi” sergilenen eserlerin kimisi? Bu arada, her ne kadar ulusal ve uluslararası koleksiyonerlerin, sanat insanlarının CI’i ziyareti artmaktaysa da, arada bir ‘selfi ziyaretçi’ neslinden söz etmek de mümkün olsa gerek. Neşeli, hareketli, hayli yorucu ve sosyal medyada selfilerin kapış kapış aktığı bir sanat gezisi. Ama olsun, göz aşinalığı zaman içinde meraka, sorgulamaya, öğrenmeye, ayırt etmeye bir ilk adım değil mi? Bu bağlamda Contemporary Istanbul’u bir sanat okulunun giriş kapısı olarak düşünmek çok mu hatalı olurdu?
Zeynep Sayın, ‘Ölüm Terbiyesi’ isimli kitabında Che Guevara’nın silah arkadaşı ve felsefeci Regis Debray’den girişteki alıntılamayı yaptıktan sonra ekliyor: “Regis Debray insanın içinden geçen yarığın, aynaya baktığında gördüğü, hem kendisi olan hem olmayan o diğeri, kendi cesedi olduğunu söyler; bütün dehşet, imgenin ölüm olmasında verilidir. Ölüm gelecek ve onda senin gözlerin olacak... Her insan kendi cesedini seyretmektedir; aynada baktığı hem kendisi hem kendinin cesedidir; asıl ayrılmaz ikili kendisi ve cesedidir.” Selfiler ve sosyal medyada yarattığımız biz olan ama aynı zamanda biz olmayan imgemiz de öyle değil midir? Bugünde kendimizi ‘kendi ürünümüz olarak konumlandırma’ ve bu ürünün de geleceğe bir izini bırakma çabası değil midir?
Selfi neslinin Tasarım Bieali’ni nasıl değerlendireceğini merak ediyorum doğrusu. Çünkü bienal herkesin bir anlamda göçmen olduğu insanlar için olduğu kadar ürünler için de sınırların muğlaklaştığı yeni dünyada bildiğimiz haliyle okulların da işlevsizleştiği ve yeni öğrenme /öğretme yollarının yaratılması adına düşünen, düşündüklerini ve bilgilerini paylaşan, paylaştıkça üreten, ürettikçe bienal gezginine sunan, hatta bienal gezgini ile konuşan, bienalin sorgulama, paylaşma ve üretim sürecine dahil eden bir Okullar Okulu. Sadece altı ana mekânda değil, ama sokaklarda ve radyonuzda, hatta bilgisayarınızda... Her an değişken, her an aktif sürekli yeni atölyeler, konuşmalar, süregiden işlerle yenilenen ve izleyici katılımlı... Çalışmalar genel olarak tasarımcıların yanı sıra farklı disiplinlerden insanları bir araya getirerek bienalin oluşum aşamasından itibaren sınırları bozan bir öğrenme ortamı yaratmış. Böyle olunca bienalin kendisi de bir okul olarak, açıldığı 22 Eylül’den itibaren, kapanış tarihi olarak belirlenmiş 4 Kasım’a kadar yoğun tartışma ve çalışma programları ile donatılmış, zaten gezerken şöyle gezilip bırakılamayacak, ama okumayı, düşünmeyi, bildiği ama hakkını vermediği becerilerini değerlendirmeyi, kültürler arasında geçişimleri fark etmeyi, öğrenmeyi, merak etmeyi, heyecanlanmayı ve hatta bağlanmayı teşvik ediyor. Soran, sorgulayan, öğrenen, öğrendikçe öğreten, akışkan ve geçişken, sınırları ve mekanları zorlayan, göçebe olduğu kadar yerel ve yerel olduğu kadar global, çok disiplinli, karmaşık ama kişisel tavırlarda gizli aktif yeni bir öğrenme şekli mümkün mü sorusu üzerinden -izleyici de demek mümkün değil artık ona - katılımcıyı kışkırtıyor.
Bir tarafta bilginin çokluğunun ve karmaşıklığının altında ezilerek yüzeysel bir sosyal medya ortamında kendini var etmeye çalışan bir ‘selfi nesli’ diğer tarafta cevap sunmayı değil ama şüphe duymayı, merak etmeyi sorgulamayı fişekleyen bir ortam. Gezerken bakıp görmek, merak etmek, şüphe duymak ve sorgulamak da zaten bildiklerimizden arınıp bilmediklerimizi yeniden öğrenmenin ve bu arada bir özne ve bir imge olarak kendimizi keşfetmenin de ilk adımı değil mi?
Okul yolumuz açık olsun.