“- Yabancı bir ülkede olsak şaşırmazdım ama size alındım. Hiç sinagoga gittiniz mi? - Yok kiliseye gittim. Hiç Yahudi tanımadım.”
26.09.2018- Atatürk Havalimanı dış hatlar pasaport kontrol gişesi.
Pasaportumu Memur Hanım’a uzattıktan sonra aramızda şu diyalog geçer:
- Pardon burada mı yaşıyorsunuz? Yabancı mısınız?
- Türk Yahudisiyim. 500 seneden fazladır burada yaşıyorum.
Memur Hanım gülümser.
- Rica ederim yanlış anlamayın, merak ettiğimden sordum. İsminiz yabancı geldi de...
- Yabancı bir ülkede olsak şaşırmazdım ama size alındım. Hiç sinagoga gittiniz mi?
- Yok kiliseye gittim. Hiç Yahudi tanımadım.
- İyi o zaman, alınmamam için bir şansınız var.14 Ekim’de sizi Neve Şalom Sinagoguna bekliyorum. O gün sinagogumuzu siz dostlarımıza açıyoruz. Muze500.com’dan şimdi kayıt olabilirsiniz.
Gülümser ve konuşmamız devam eder.
- Bizim de mi kayıt olmamıza gerek var?
- Kayıt meslektaşlarınızın bizleri koruyabilmesi için bir güvenlik prosedürü. Siz yapmasanız da olur. Arkadaşlara kapıda kimliğinizi gösterirsiniz. Ekip arkadaşlarınızla mutlaka bekliyorum. Orada görüşmek üzere…
Buradan uçak kapısındaki pasaport kontrol noktasına gelirim. Bu kez Gözen Aviation güvenlik görevlisinden aynı soru gelir ve tekrar aynı konuşma başka bir görevliyle devam eder...
Her geçen gün malum medyanın iki ülke arasında düşmanlık pompaladığı, Yahudi denince akıllarına ilk Israil ve Siyonist kelimeleri gelen milyonlarca vatandaş ve bir avuç kalmış nüfusu ile var olmaya çalışan Türk Yahudi Toplumu. Kim bilir yukarıdaki en masum sayılabilecek örneğin bir benzerini daha evvel kaç kez Moiz, Yorgo, Alex yaşamıştır? Daha kendi aramızda birbirimizi tanımayı başaramayan farklı inanç mensubu toplumlar olarak komşularımızın en azından kim olduğumuzu doğru tanımalarını beklerken çok mu ümitleniyoruz? Peki en azından geniş toplumdan bir dostumuzu, işyerindeki arkadaşımızı alıp Avrupa Yahudi Günü’ne katılsak ne değişir? Bazen tek bir insanı kazanmakla başlar her şey... Madem aynı vatanı paylaşıyoruz, bu sinagoglar, kiliseler, camiiler hepimizin değil mi? İşte tam da bu yüzden 14 Ekim günü körler sağırlar misali birbirimizi ağırlamamız için değil de, mahallemizden başlayıp kapalı kapıları aralayıp, ortak kültürümüzü, mutfağımızı, dilimizi ve daha nicelerini komşularımıza tanıtmak için Avrupa Yahudi Kültürü Günü’nde Neve Şalom’u dolduralım.
Sadece senede bir gün de yetmez! Yahudi, Rum, Ermeni, Alevi, Kürt kendini öteki gören kim varsa önce birbirimizi tanımalı, sorunlarımızı samimi ve yapıcı bir ortamda tartışıp yan yana bu vatanın asli unsurları olduğumuzu anlatmalıyız. Birimizin sorunu diğerimizin umurunda olmaz, Osmanlı’nın son dönemlerinde olduğu gibi maksat sarayda en üst makam yarışına dönüşürse eğer, işte o zaman kendi kendimizi yok ederiz. Yan yana ortak bir gelecek için farklılıklarımızı tanıtıp, ortak barış dilini kullanıp, hepsini zenginliğimiz kabul edersek işte o zaman kaybolan mozaiğin son kalan parçalarına tutunabiliriz. Dilerim seneye sadece tek gün değil, tüm hafta farklı renkleri hep beraber tanıtabiliriz. Yan Yana Projesi gençleri Laki Vingas ağabeylerinin vizyonu ile bunu başarmışken neden yöneticiler de bunu örnek alıp ilerletmesinler? Yeter ki iyi niyetle isteyelim, barış hâlâ mümkün.
Nasıl demişti Charles Aznavour: “Halklarımız arasındaki ayrışma olmamış olsaydı, bu ihtilaf ikinci ve üçüncü kuşakların hafızasına bu kadar derin biçimde nakşedilmemiş olsaydı, şimdi belki de dünyanın en tanınmış Türk şarkıcısı olacaktım. Kendimi her şeyden önce Türk sayacaktım...” Gerçeklerin anlatılıp, özürlerin dilendiği, geleceğe barış tohumları ekebildiğimiz günler ümidiyle...