Geçtiğimiz yaz Türkiye oldukça zor bir dönemden geçti. Yaşanan süreçte dünya üzerinde artık siyasetle ekonominin iyice kol kola gezdiğini bir kez daha görmüş olduk.
Seçimler dolayısıyla gerilen tansiyon ve sonrasında kurulan hükümetin ekonomik programının tatmin edici olmayışı, senelerdir ekonomiden sorumlu bakan sıfatıyla uluslararası finans çevrelerinin saygınlığını kazanmış Mehmet Şimşek’in kurulan yeni hükümette yer almaması, üstüne üstlük gerçekte pek bir önemi olmaması gereken bir papazın yarattığı kriz, Türkiye’nin cari açık sorunuyla birleşerek mükemmel fırtınayı yarattı ve TL yabancı para birimleri karşısında aşırı bir değer kaybına maruz kaldı.
Üst üste alınan tedbirler günlük olarak piyasayı rahatlatsa da ABD Başkanı Donald Trump’ın saldırgan tutumu durumu daha da kırılgan hale getirdi. Kriz F35 uçaklarının Türkiye’ye tesliminin reddi noktasına kadar dayandı. TC Merkez Bankası’nın faizleri şok bir şekilde yükseltmesi dahi gerçek anlamda bir yatışma sağlayamadı.
Amerikalı rahip Browson’ın duruşmasının 11 Ekim’e alınması ve bu duruşmada serbest bırakılmasının beklentisi krizin siyasi ayağını yatıştırırken, Türkiye’nin uluslararası danışmanlık şirketi McKenzie ile anlaşması belli belirsiz bir rahatlamaya sebep oldu.
Uluslararası sermaye güven ve iyi getiri ister. Şu anda Türk Lirası’nın getirisiyle sadece Arjantin pezosu yarışabilir. Ancak hiç şüphesiz McKenzie denetimindeki bir Türkiye Arjantin’den çok daha güvenilirdir. Kaldı ki Arjantin her fırsatta aldığı borçların üstüne yatarken, Türkiye bu konuda güven tesis eder çünkü geleneksel olarak borçlarını tarih boyunca hep ödemiştir.
Türkiye yüksek oranlarla borçlanmış görünse bile aslında şu anda dünyada parasal hacmin daraldığını göz ardı etmemek gerek. ABD Merkez Bankası FED’in faiz arttırmasının yanı sıra mevcut bilançosunu küçültemeye başlamış olması ve 2019 yılının başından itibaren Avrupa Merkez Bankasının varlık alımlarını durdurması, küresel olarak faizleri ilan edilen resmi faiz oranlarının çok üstüne taşıyacaktır.
Türkiye’nin ekonomik danışman olarak McKenzie gibi bir şirketi ataması uluslararası güven sağlamakla beraber samimi bir yaklaşımla ancak başarılı olabilir. Şimdilik bu tip şirketleri çok fazla görmesek de tahminen 21. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yerel yönetimler bazında bile görmemiz olası olacaktır. Bu tip yönetim tarzı demokrasinin alternatifi olarak görünse bile aslında demokrasiyi pekiştirdiği gibi dünya çapında entegrasyonu da kolaylaştırır. Bu tip şirketler sayesinde belki de ülkeler aslında birbirlerinin rakip olmadıklarını, tüm ülkelerin ancak hep birlikte vererek daha ileriye gidebileceğini görebilir. Belki bu sayede ülkeler liderlik ve silahlanma yarışından ziyade kendi vatandaşlarına daha iyi yaşam koşulları sunma yarışına girebilir. Belki ama sadece belki dünya genelinde vatandaşların verdiği vergiler gerçekten harcanması gereken yerlere harcanır ve hatta Singapur ve İsviçre’de olduğu gibi vatandaşlara vergi fazlalarının dağıtılması noktasına dahi gelinebilir.
Türkiye bilerek veya bilmeyerek ancak 40 sene sonra anlaşılacak ve benimsenecek bir yönetim tarzına doğru adım atmıştır. Başarı sadece Türkiye’nin değil küresel sistemin başarısı olacaktır.