Hamid Aziz’in tuhaf doğum günü

Bahar FEYZAN Köşe Yazısı
10 Ekim 2018 Çarşamba

Hamid Aziz nerdeyse gün boyunca yürüdü, boş sokaklarda dolandı. İşe yaradığını hissetmek için karşıdan karşıya geçenlere bile yardımcı oldu. Hayatında ilk kez artık bir işi yoktu. Bunca yıldır çalıştığı fabrikanın kapanacağını öğrendiği bu sabahtan beri böyleydi. Kendi deyimiyle şirketi olmazsa o da yaşayamazdı. Kirasını ödeyemez dahası bir emekli maaşıyla ele güne muhtaç kalamazdı. Gece boyunca uyumadı. Kafasındaki düşüncelerle döndüğü yatağında henüz dalmıştı ki göğüs kafesine aniden çöken korkunç bir sıkışma hissiyle gözlerini açtı. Duyduğu tedirginlikle elini göğsünün üzerine götürdü. Yıllardır eski bir saat gibi nazlana nazlana çarpan kalbi yerinden çıkacak gibi çırpınıyordu. Mümkün olsa kalbini avuçlarının arasına alıp konuşacaktı. Telaşla başucundaki suyundan bir yudum içti. Hissettiği ağrıyı dikkatle dinledikçe alelade bir çarpıntı değil de sanki kendini fark ettirmek için uğraşan bir sızıydı onu uyandıran. Kalbi ilk kez onu bu kadar zorluyordu. Bir süre derin derin nefes alıp sakinleşmeyi denese de çarpıntısı dinecek gibi değildi. Aynı anda birkaç kez daha göğsü sıkışır gibi olduğunda yine derin bir nefes alıp kuvveti yettiği kadar öksürdü. Her gün okuduğu gazetede kalp krizi esnasında öksürmek gerektiğine dair ilginç bir yazı ilişmişti gözüne. O gün çok da itibar etmediği bu bilgiye kurtarıcısı gibi sarıldı. Böylece vakit kazanıp en iyi ihtimalle öksüre öksüre baygın bulunmayı umuyordu. Endişeyle eski iş yerinden tanıdığı doktorun numarasını çevirdi. O kadar uzun çaldırdı ki telefonu, doktor uykulu bir sesle cevap verdi. Hamid bey acilen eve yetişmesini haykırıyordu. Gerekirse kapıyı pencereyi kırarak girmesini defalarca tembihledi. Telefonu kapatır kapatmaz da aklına gelenlere mücadele ediyordu. Geçen bayram sabahı sokakta duyduğu o sesler sanki beyninde yeniden konuşuyordu. Adamın biri cılız sesiyle kapının önünden geçerken mırıldanmıştı. “Sadece yaşamaktan korkanlar ölümden de korkar” diye. Böyle birkaç defa üzerine basa basa yanındakine söylerken işitmişti Hamid Aziz. Duyar duymaz da içinden çıkışmıştı. “Saçma” diye söylenmek olmuştu ilk tepkisi… Sadece bu kadar ama aynı şeyi defalarca düşünmüştü. Hatta günlerce bu fikirle savaşır gibi her hatırladığında yine “saçma!” diye çıkıştı. “Ölümden korkmayan mı var!”  Kafasından geçenlerin hiç de sırası olmadığını fark edip aklını başka şeylere takmak istiyordu. Ölümü düşünmek kendisini rahatlatmayacaktı, başka fikirler bulursa korkusunu da geçireceğini sanıyordu.

Tam bir hafta sonra doğum günüydü. Dokuzla sıfır yan yana dizilip kollarını açmış halde onu bekliyordu. Rakamlar mı sabırsızdı yoksa hayat mı çabuk geçiyordu? Hamid Aziz için cevabı muallak bir soruydu. Fakat Hamid Bey eninde sonunda o numaraların kucağına düşeceğini adı gibi biliyordu. “Eğer bugün ölmezsem” diye söylendi. Ve ani bir fikirle yataktan doğrulmak istedi.

Bu yaşına kadar doğum gününü kutlamamıştı. Kimse onun için özel bir parti verip yahut en kolayından bir pastaya mum dikmiş değildi. Seneler önce ölen karısı, evliliklerinin ilk yıllarında hatırlardı. Ama o da kocasının en sevdiği yemekleri pişirir, zaten şeker hastası olduğu için Hamid Bey’e pasta yapmazdı. Annesi öldüğünde Hamid Aziz dört yaşındaydı. Doğum günü kutlamak bir yana, kadıncağızın yüzünü güçlükle hatırlıyordu. Annesinin yokluğunun yüküyle ezilen babası zaten geçim derdine düşmüşken Hamid Aziz doğum günü diye tutturamazdı. Yıllar geçerken çoluğa çocuğa karışmamaya bağladı kutlamadığı doğum günlerini. Geçen yıllarını da törensiz yaşlarını da rakamdan ibaret sayıyordu. Gereksizdi onun dünyasında herkes gibi olmak, sıradan yaş hesabı yapmak. Bir insan yaşını düşünmeksizin pekâlâ işe adayabilirdi tüm hayatını. Muhakkak yeniden bir eşin, çocukların olsun diyen ısrarlı sesleri duymaz böyle fikirleri dayatma bulurdu.

Ölümü düşünmemek için hatırladıkları sanki onu pişmanlıkla seçimler arasındaki o dar uçuruma yuvarlıyordu. Neden sonra üst üste çalan kapı zilini fark etti.

Doktor üstünü dahi değiştirmeden elinde çantasıyla ve açık mavi pijamalarıyla kapıya dayanmıştı. Hamid Aziz öyle dalgın karşıladı ki onu, doktor kendisini telaşla arayıp çağıranın o olduğundan bir an şüphe etti. Durumu yaşlılığına vererek aceleyle hastasını muayene etmek isterken Hamid Aziz salondaki büyük kanepeye oturdu. Adam kemik rengi gözlüklerinin ardından hastasının yüzüne dikkatle baktı. Kalbini, ciğerlerini dinleyerek detaylı bir muayeneden geçirdi. Ancak ne bir kalp krizi belirtisi vardı, ne de korkutacak türden şüpheler barındırıyordu vaziyeti. Sırf içi rahat etsin diye isterse hastaneye gidebileceklerini teklif ettiğinde Hamid Bey çoktan rahatsızlığını unutmuş gibi davranıyordu.

Rahatsızlıktan çok dalgın hali dikkatini çekmişti doktorun. Gönülsüz de olsa biraz daha vakit geçirmek istedi hastasıyla. Yıllarca beraber çalıştığı bu mesai arkadaşını sevmese de bir kaç dakika daha tahammül edebilmeyi doktorluk mesleğinin etiğine bağlıyordu. Fakat bu kez Hamid Aziz Bey onunla kalmaya isteksizdi. İkisi arasındaki tuhaf sessizlik Hamid Aziz’in dalgın gözlerini adama dikmesiyle son buldu.

“Haftaya doğum günümü kutluyorum.” dediğinde bu kez oda gergin bir sessizliğe büründü. Doktor ne diyeceğini bilemediğinden suskun kalmaya devam etti.

Aslında bu ani karara Hamid Aziz’in kendisi de şaşırmıştı. “90 yaşına giriyorum” gibi bir açıklama yapma ihtiyacı duydu. Sanki 9 ve 0 rakamı yan yana gelip 90. yılı temsil ettiğinde tüm her şey o yaşa özgü olabilirdi. Belki de kimsenin söylemediği ama içten içe bildiği bir vedanın parçası olmak isteyip istemediğiydi asıl soru…

Doğum günü fikri, kalp çarpıntısını tamamen unutturduğu gibi kendisini bir takım hazırlıklara adamaya karar verdi Hamid Aziz. Önce bir davetiye yazıp gönderecekti. Sonra evi süsleyip pasta almak gerekirdi. Ayrıca kimleri çağırıp çağırmayacağını hızlıca aklından geçirdi. Evlenirken bile böyle bir tören heyecanı yoktu halinde. Basit bir belediye nikâhıydı ve her şey kaldığı yerden devam etmiş gibi evlilikleri hiçbir heyecan barındırmıyordu.

Hamid Aziz, dolma kalemini ve yıllardır hiç kullanmadan sakladığı kendi ismine ait geniş kartları alıp davetiyesini yazmaya başladı.

Ben de yaşadım. Hem de 90 yıl.  Ve bunca yıl sonra anladım ki, şu hayatta tek bir şeyin önemi var. Bunun ne olduğunu öğrenmek istiyorsanız, sizi önümüzdeki cumartesi akşamı evimde vereceğim doğum günü yemeğime davet ediyorum.

Hamid Aziz.

“devam edecek...”