Aramızdaki farklar değil bizi birbirimizden ayıran, bu farkları tanıma, kabul etme ve kutlama konusundaki beceriksizliğimiz. Audre Laure
Hikâye anlatıcıları her yerde… Bazan ötekini anlatıyorlar, berikinin tanımadığı, hatta ötekine rastlayana kadar tanımayı reddettiği ötekini. Bazan geçmişi anlatıyorlar, daha önce hiç bakmadığımız bir pencereden. Görünmezlik pelerini giydirdiklerimizin, tarihi yazarken söz sahibi olamamış olanların, bahsedilmemiş olanların, göz ardı edilenlerin penceresinden. Bazan geleceği anlatıyorlar: Tanımadığımız için bize çok yabancı, hatta dehşetengiz, ürkütücü gelebilecek geleceği. Boşluktakini, henüz algımızda şekillenmemiş olanı, bize uzak olan hatta bize görünmeyeni. Görünmüyor olması, orada olmadığı anlamına gelmiyor zaten. Görünmüyor olması görmeyi seçmediğimiz, reddettiğimiz, üzerinde konuşmadığımız olmasından kaynaklanıyor sıklıkla. İsim vermek gerekiyor tanımak için. Etiketlendirmeden isim vermek, elimizi uzatıp merhaba demek. Yargılamadan sadece samimi bir yürekle merhaba demek ve dinlemek, hikâyesini dinlemek...
Geçtiğimiz on gün içinde üç ayrı hikâye anlatıcıları etkinliği gerçekleşti.
500. Yıl Türk Yahudileri Müzesinde 2000’den fazla misafiri ağırladık Yahudi Kültürü Avrupa Günü’nde. İzmir ve Ankara’nın yanı sıra, Isparta’dan, Uşak’tan, Erciyes’ten, İngiltere’den Kore’den ziyaretçiler vardı güne katılan; hikâyelerle Yahudi kültürünü tanıtmaya çalıştık ziyaretçilerimize. Hikâyeciler masallar, şarkılar, danslar, şiirler aracılığıyla Türk Yahudi toplumunun kültürünü anlattı. Şöyle diyordu bir hikâye anlatıcısı arkadaşımız gün sonundaki yazışmamızda “Çıktıktan sonra otoparkta asansöre bindim. Kadın, erkek, başı açık, başı kapalı, çocuklu bir grup da bindi. Benden sonra bindikleri için asansörde dipte kaldım. ‘Hemen inecektim’ dediğimde ‘Yol veririz merak etmeyin, yabancı değiliz’ dediler. Büyük bir nezaketle yol vermelerinden ziyade ‘yabancı değiliz’ demeleri bana dokundu. Gülümsedim!” Ardından İstanbul Kadın Müzesinin üç gün süren 1. Asya ve Avrupa Kadın Müzeleri Konferans maratonu gerçekleşti. ‘Feminist Pedagoji: Müzeler, Hafıza Mekânları ve Hatırlama Pratikleri’ başlıklı konferansta farklı ülkelerden Kadın Müzesi yetkilileri, konuşmalar, geziler, oyunlar, atölyeler ile uzun yüzyıllardır erkek tarafından erkekler için yazılan tarihe kadın bakış açısıyla bakmanın yollarını ve huzur ve bu bakışı topluma yaymak üzere yaptıkları çalışmaları anlattı. Şehri gezdiler arada, şehir heykellerinde ya da tarihi binalarda görünmeyen kadınların hikâyeleri üzerinden. Çocuk gelinleri, şiddet gören kadınları, zamanında tanınmış ama hafızalardan politik stratejilerle silinmiş kadınları konuştular, kadınları toplumsal görünürlük noktasına getirerek cinsiyet eşitliğini sağlamak açısından neler yapabileceklerini, katılımcı eğitimin önemini ve yollarını gündeme getirdiler. Dile getirilen gerçek, bu sefer, daha önce görünmeyenlerin, görünmesi istenmeyenlerin gerçeği idi. Geçmişin sorunlarını, eksiklerini, unuttuklarını ve illaki geçmişin politikalarının zoraki olarak unutturduklarını toplumsal hafızadan arkeolojik bir kazı yaparcasına söküp çıkaran, barış ve huzur dolu bir geleceği kendi toplumlarında inşa etmek ülküsü ile ilmek ilmek dokuyan kadınlardı. Hayallerini ören kadınların hikâyesiydi anlatılan.
Digi. Logue Future Tellers 2018 zirvesinde ise insanın teknoloji ile, makine ile işbirliğinde internete girdiğimiz her bilgi ile sadece sosyal medyada değil ama mesela tıbbi kayıtlarımız da dahil her türlü dijital bilgi ile her an sürekli yarattığımız büyük verinin avantajları ve dezavantajları dile geldi, kullanım alanları konuşuldu. Açık kaynak, veriye verilen önem yanı sıra veri mahremiyeti... Hikâye anlatıcıları veri yorumlayıcı ve anlatıcıları olarak karşımıza çıkmıştı burada. Konudan uzak olduğumuzca korkutucu ve anlaşılmaz, yakınlaştıkça yeni araçlar ve yeni bakış açılarıyla geçmişin dünyasının üzerinde yepyeni bir dünya yaratacak denli özgün. Büyük veri, insanın kullanım amacına göre tehlikeli ya da insana yeni yollar açacak kadar engin bir kaynak sonuç olarak. Nitekim zirvenin son konuşmacılarından olan Gene Kogan yakın bir gelecekte kodlama bilen herkesin dijital canlı kopyalarını kolaylıkla üretebileceğini söyleyerek ürkütücü bir gelecek resmi çizdiyse de zirveden çıkan genel sonuç -günümüz dünyası ile yeni veri dünyasının kaotik araf halinden kurtulduktan sonra- uzak geleceğe umutla bakıldığı yönünde oldu.
Hikayelerle Yahudi kültürünü zamandan bağımsız olarak tanıtırken de olsa; geçmişten bugüne hafıza mekanlarını ve hafıza mekanlarının anlattığı hafıza hikayelerini Feminist Pedagoji dahilinde konuşurken de ya da Future Tellers 2018 dahilinde geleceği anlamaya çalışırken de konuşmacıların ortak söylemi özellikle dikkat çekici idi: Daha barışçıl bir dünya için dokunmak, tanımak, inisiyatif almak ve daha önce sahip olmadığımız bir bakışla bakmak her zaman ve her alanda mümkündü. Şehri yeniden okumak gerekiyordu. Şehir heykellerinde olmayanlar üzerinden okumak. Datayı okumak, yeniden okumak gerekiyordu. Yorumladığımız kadarıyla bize faydası olduğu oranda anlamlıydı okumak. Sahi, neydi gerçek dediğimiz? Bizim gerçeğimiz miydi yoksa tarihin ya da Google’ın bize önerdikleri miydi?
Bilen ve öğreten değil, tersine, kendi meraklarıyla geliştirilen fikirler ve araştırmalar sonucunda çözülen sonuçlar ışığında dönüşüyordu insan. Mekânlar ve topluluklar karşılıklı konuşmaya açıldığında gerçek daha net görülebiliyordu. Zaten sofrada bir sandalye her zaman hazır bekliyordu; yeter ki biz görebilmek isteyip elimizi uzatalım.