Yaşlanıyoruz. Bu yeni bir şey değil. Yeni olan, bizim neslimizden itibaren dünya nüfusunda en hızlı artacak olan grubun 60 yaş üzerindekilerden oluşması. Geçenlerde bir haber çıkmıştı: Japonya’da ortalama hayat beklentisi 87 seneye çıktığından yaşlılara bakabilmek için 500 bin genç işçi alacaklar, bunları da beş yıl süreyle eğitecekler. Dünya Sağlık Örgütünün tahminlerine göre, 2014 senesinde sayıları 870 milyon dolayında bulunan 60 yaş üstü kesimin nüfusu 2030’da 1,3 milyara, 2050’de ise 2 milyara ulaşacak. 2030 senesi uzak gibi gözüküyor ama sadece 11 sene kaldı. Sadece 31 sene sonra her beş kişiden biri 60 yaş üzeri olacak. 20 sene sonra 60 yaş ve üzerindeki nüfusun 16 yaş ve altındaki nüfusu geçeceği tahmin ediliyor.
Gerçekten de, yakın çevremize baktığımızda, bizden bir önceki neslin (yani 1930-40 arası doğanların) kendi ailelerinde yaşlılık nedir pek görmediklerini, büyükanne ve büyükbabalarımızın hem çok kardeş olarak dünyaya geldiklerini hem de çok erken göçtüklerini görmekteyiz. Onların çocukları olan anne babalarımızın nesli –Allah hepsine uzun ve sağlıklı hayatlar versin—uzun yaşayan ilk nesil. Age International’ın araştırmasına göre, son 50 senede hayat beklentisi 20 sene uzadı ve uzamaya devam ediyor. 100 Yıllık Hayat: Uzun Yaşamda Çalışma ve Yaşama adlı kitabı geçen yıl yayınlanan London Business School hocaları Gratton ve Scott’a göre, bugün 20 yaşında olan bir gencin 100. doğum günü pastasını üfleme olasılığı yüzde 50. Eğer bu insan hayatının son 20 senesinde emekli olmadan önceki maaşının yarısı kadar bir gelirle yaşamak istiyor ise o zaman 80 yaşına kadar çalışması ve her sene gelirinin yüzde 10’u kadar tasarruf etmesi gerekecek. 75-80 yaşına kadar çalışma teklifini bir yana bırakın, bugün 45 yaşından sonra iş arayan biri yaşlı diye değerlendirmeye dahi alınmıyor ne yazık ki.
Yaş haddinden emeklilik olayı akıllara zarar. Bir avukat, bir doktor, bir mühendis 40 yıl bilgi ve deneyim biriktirecek sonra sen onu “gençlere yer açmak için” emekli edeceksin ve topluma yararlı bir eleman olmaktan çıkarıp çalışan gençlerin sırtına yük olan bir konuma getireceksin. Kognitif Nöroloji Uzmanı ve 65+ Yaşlı Hakları Derneği Başkanı Dr. Gülüstü Salur, Pazar günü Limmud’da ilgiyle izlediğim konuşmasında uzun yaşam ile birlikte gelen demans sorununa işaret ediyor. Yaşam süresi uzadıkça demans olma ihtimali de artıyor. Alzheimer genelde demans olarak gruplandırılan hastalıkların en yaygın ve en bilineni. Demans hastalıkları genellikle kalıtımsal değil; vücudun yaşlanmasından ortaya çıkan bir tabiat olayı. Pek tedavisi olmayan bu hastalığa yakalanmamak için Eğitim / Çalışma / Emeklilik olarak şekillenmiş hayatın üç evresinin artık iç içe geçmesi gerektiğini tavsiye ediyor Gülüstü Hoca. Yani, kendini sürekli yenileyebilen, üretken olmaktan hiç çıkmayan ve “varoluşu ile ilgili derin kavrayışı bulunan” insanların demans olma eğilimi de o nispette düşüyor. İnsanlar ileri yaşlarına kadar üretken kalabildikleri zaman, sağlık sorunları azalıyor ve sosyal güvenlik şemsiyesi üzerinden gelecek nesillere havale edilecek olan fatura da küçülüyor.
Tabi belli yaşı geçen insanlar eskiden yaptıkları gibi kalan hayatlarını da çalışarak geçirmek istemeyeceklerdir. Ne var ki, part-time çalışmak isteyenler için imkânlar çok sınırlı. Olanı da zaten gençler kapıveriyor. Mevcut sistem çalışanların suyunu çıkarıp posasını atmak üzerine kurulu. Bu da insanları tüketiyor, kendilerini yenilemelerine mani oluyor. Şu an için yaşı ilerlemiş ancak kendisini hiçbir şekilde yenileyememiş insanlara bugünkü sistemde yer yok. Amerikalıların “gig economy” dedikleri paylaşım ekonomisi yaşlanan gençleri aktif tutmak için belki de biçilmiş kaftan. Neden 70 yaşında bir Uber şoförü olmasın ki?
İşverenler, eğitimciler, kanun koyucular bu konuyu masaya yatırmalı. İnsanların kendilerini sürekli yenileyebilmelerini ve ileri yaşlarını sağlıklı geçirmelerini destekleyecek politikalar üretilmeli. Belki şirketlerde yaşlı çalıştırma kotaları konmalı (Tamam, sadece isteğe bağlı olarak) ama her hâlükârda eğitimini sürdürebilen insanlar için yaş haddinden emeklilik olmamalı… İnsanlar çalışma hayatının ortasında ‘sabbatical’ alabilmeli. Senenin üç ayını kendini geliştirmeye ayırabilmeli. Tatilden bahsetmiyoruz. Lisan öğrenmekten, bildiklerini öğretmekten belki de bir sosyal hizmet yapmaktan bahsediyoruz. Eminim ki bugün emekli olup kendine göre bir iş bulsa çalışmayı isteyecek milyonlar vardır. Bu vesile ile eğer izlemedi iseniz, 2015 senesinde Robert de Niro’nun The Intern (Stajyer) filmini mutlaka izlemenizi öneririm. Gülmekten bir hal olacaksınız.
Emekliliğin finansmanı planınızı 40’lı yaşlardan, 65’inden sonra üretken kalabilmenin planlamasını da 50’li yaşlardan itibaren başlatmanız gerekiyor. Aksi takdirde, sağlıklı dahi kalsanız, başkasına muhtaç olmadan hayatınızın son çeyreğini onurlu ve keyifli bir şekilde yaşayabilmek zor gözüküyor. 60’lı yaşlarıma yaklaşırken, bu konu beni de düşündürmeye başlıyor.
Gençler, ebeveynleriniz bugün belli imkânlara sahip olabilir; ancak oradan size pek bir şey kalmayacağına dair kuvvetli sinyaller gözüküyor. Çünkü hem uzun yaşayacaklar hem de eldekine ihtiyaçları olacak. Başınızın çaresine bakmak durumunda kalabilirsiniz. Benden söylemesi.
Aktif, üretken ve sağlıklı bir hayat sürebilmeniz dileklerimle.