Büyümek böyle bir şey galiba

Tülay GÜRLER KURTULUŞ Köşe Yazısı
7 Kasım 2018 Çarşamba

Ne zaman daha az isyan eder oluyor, ne zaman daha akıllıca davranmaya başlıyor, ne zaman önceden kızdığımız ne varsa onlar için gülümsemeye başlıyoruz, galiba o zaman büyüyoruz.

Bir daha asla onun yüzüne bakmam, diyoruz, sonra bir bakmışız ki en zor gününde ilk biz koşuyoruz yanına ya da ömrüm oldukça onunlayım, dediğimiz birinden bir bakıyoruz ki fersah fersah uzaklaşmışız. Affetmem dediklerimizi affediyoruz, önemsediğimiz şeyler zamanla eski ehemmiyetini yitiriyor. Zamanında bizim için son derece sıradan olan ne varsa, bir de bakıyoruz ki anlam kazanmış, başköşesine yerleşmiş hayatımızın.

Anılar daha kıymetli, çocukluk daha paha biçilmez, gençlik daha özlenir olmuş. Bugünümüze daha çok şükreder olmuşuz. Hayattan beklentilerimiz daha gerçekçi, dualarımız daha mantıklı, dileklerimiz daha insaflı olmuş.

Büyüklerin sağlığı bozulunca sağlıklı ve mutlu zamanlarının ayrıntıları, onları kaybedince eskinin tatlı hatıraları zihnimizi ve kalbimizi meşgul eder olmuş. Eski fotoğraflara, elle yazılan kartalarsa, kitapların arasında unutulmuş kısa günlük notlara daha çok bakar, onları daha çok saklar olmuşuz.

Sevdiklerimizle yaşadığımız bir anının içinde gizli kalan kokular, sesler, manzaralar; o an’ların işçinde saklı kalan sohbetler daha çok gelir olmuş aklımıza. Geçen zaman bizi, biz farkında olmadan büyütüyormuş meğer. Ve bütün bunlara dikkat ettiğimizi fark ettiğimi zaman da büyümüş oluyormuşuz.

Geçen gün son sınıflarla, uzun zaman sonra yeniden edebiyat dersi yapmanın tadına varırken Yedi Meşalecilerin hemen yanında önemli bir isim olarak kendini duyuran Ziya Osman Saba’dan söz ediyordum. Çocuklara, “Bakın bu adamı üniversite sınavında soru yapabilirler, geçmişe duyduğu özlemi hiç kimseye benzemeyen bir tarzda anlatır,” dedim. “Geçen Zaman şiirinden bir alıntı yaparlar, bu şiir kimin diye bile sorarlar.” Sonra şiiri açtım, aklıma bu şiiri tuttuğum ilk şiir defterinin en başına dolmakalemle yazdığım gece geldi. Çocuklara şiiri okurken ve önemli noktaların altını ipucu olsun diye çizdirirken şiirin artık, benim için de bir anlam ifade ettiğini fark ettim. İşte büyümek böyle bir şeydi:

Hiç olmazsa unutmamak isterdim.

Eski geceler, sevdiklerimle dolu odalar...

Yalnız bırakmayın beni hatıralar.

Az yanımda kal çocukluğum,

Temiz yürekli uysal çocukluğum...

Ah, ümit dolu gençliğim,

İlk şiirim, ilk arkadaşım, ilk sevgilim...

-Doğduğum ev. Rahatlayacak içim duysam

Bir tek kapının sesini.

Arıyorum aklımda bir ninni bestesini...

Böyle uzaklaşmayın benden, yaşadığım günler.

Güneş, getir bir bayram sabahını.

Açılın açılın tekrar

Çocuk dizlerimdeki yaralar,

Hepiniz benimsiniz:

Mektebim, sınıflarım, oturduğum sıralar...

Yalnız hatırlamak, hatırlamak istiyorum

Nerde kaldı sevgilim, seni ilk öptüğüm gün,

Rengine doymadığım o sema,

Ahengine kanmadığım ırmak.

Bırakıp her şeyi nereye gidiyorum?

Neler geçmişti aklımdan,

Nedendi ağladığım, nedendi güldüğüm?

Ah nasıldı yaşamak?

Bu gidişin ölüm oluğunu zannederdim daha küçükken, şimdiyse büyümek olduğunu anlıyorum. O acayip özgüvenli, o deli heyecanlı, o aşırı ve hiç bitmeyen ümitli zamanların ardından gelen büyümenin insana hayatı nasıl başka türlü anlattığıyla yüzleşince insan, dizlerinde açılan yaraları bile özlüyormuş.

Edebiyat olmasa hayatın tadı olmazdı, inanın.

Ve büyümenin de…

Bunu fark etmek de büyümenin bir parçası.

Büyümek böyle bir şey galiba:

Sözcüklerin büyüsünü anlamak…