Son zamanlarda dünyanın birçok yerinden gelen antisemitizm haberleri hepimizi üzüyor. Hiçbir mantıksal dayanağı olmayan hıncını mezar taşlarından alanlardan tutun da sözlü saldırılara maruz kalanlara kadar uzuyor bu yelpaze. Hele ki geçtiğimiz günlerde Pittsburgh kentindeki Yaşam Ağacı Sinagoguna düzenlenen saldırıda on bir kişinin hayatını kaybetmesinin ardından birçok kişi daha da endişelenmeye başladı. Zannederim en çok üzen de katilin kendisini katil olarak görmemesi değil, yeryüzünde sosyal medya aracılığıyla bu eylemi savunan çığırtkanların varlığıydı.
II. Dünya Savaşı, hepimizce katliamların soykırım noktasına vardığı ve insanlığın görüp görebileceği en acımasız uygulamaların yapıldığı dönemler. Ancak Yahudi tarihinden pek de haberi olmayan birçok kişinin zannettiği gibi ne yazık ki pogromlar Hitler’le başlayan bir süreç değildi. Geçtiğimiz günlerde okumaya başladığım Paul Bushkovitch’in yazdığı ‘Rusya’nın Kısa Tarihi’ isimli kitapta, Yahudilerin Rus tarihi boyunca bulunmak zorunda kaldıkları yerleri ve uğradıkları saldırıları da anlatan bir kısımla karşılaştım. Kitapta da daha Çarlık döneminde Yahudilerin yerleşim yerlerinin oldukça kısıtlı olduğu, halktan tecrit edildikleri, üniversitede okuma haklarını çok geç elde ettikleri; bu da yetmezmiş gibi Çar’a düzenlenen suikast sonrasında Yahudilerin durumlarının daha da kötü olmaya başladığı, tüm haklarının ellerinden alındığı belirtiliyordu. Ancak bir başka önemli veri de Yahudilerin bu ikinci sınıf vatandaşlıktan kaçmak için Avrupa’da eğitim görmeye gittiklerinde karşılaştıkları daha ağır koşullar birkaç satırda özetlenmişti.
Peki, farklı zamanlarda, farklı yerlerde acı çeken bu insanlar hiç mi başkaldırmamıştı? Golda Meir’i anlatan ‘Altın Kız’ filminin başlangıcı Meir, henüz genç bir kızken yapılanlara kayıtsız kalmaması ve kararlı duruşuyla başını dik tutması ile başlar. Camus’nün ‘Başkaldıran İnsan’ında ne denli bulanık bir biçimde olursa olsun, başkaldırıda bir bilinçlenmenin doğduğu belirtilir. İnsanın kendi eliyle kendi cinsine uyguladığı türlü zulümlerde mutlaka ki ortaya çıkmayan birçok başkaldırı vardır, ancak antisemitizmin bu denli yükseldiği son dönemler içerisinde bilinçlenmenin en görünür örneklerinden olan Varşova Gettosunu anmadan geçmek olmazdı...
II. Dünya Savaşı’nda Nazilere karşı Yahudilerin yapmış olduğu bazı eylemler tarih kitaplarında çok sık anlatılmaz. Bulundukları ülkeye kolayca intibak sağlamış ve o ülkenin vatandaşları olmuş olan Yahudilerin kolluk kuvvetlerine karşı herhangi bir direnişi olmamasından ötürü II. Dünya Savaşı sırasında işgalin özellikle Doğu Avrupa’da başladığı kırklı yılların başında Yahudiler aslında çok organize değildir. Ancak tarih sahnesinde gerçekleşen Varşova Ayaklanması bu konu içerisinde ayrı bir öneme sahip... Öncelikle Nazilerin ‘aşağılık ırk’ olarak tanımladığı Polonyalıların hepsi ve Polonya’da yaşayan her canlının yok edilmesi o dönemin III. Reich politikasıydı. Zaten Yahudilerin ortadan kaldırılması da öncesinden planlanmış ve SS generalleri tarafından uygulanmaya konulmuştu.
Ancak hesaba katılmayan noktalardan biri Varşova Gettosunda yaşayan Yahudilerin ayaklanarak Nazilere beklemedikleri bir direnç göstermesiydi. Doğu Avrupa’daki gettolarda bulunan Yahudiler, Almanlar’a karşı yeraltı direniş hareketleri oluşturmuştur. Tarih kaynaklarında faşizme karşı bir bilinçle hareket eden Sosyalist Polonyalılar ile beraber ayaklanan Yahudiler bugün bile Varşova’da yapılan anma törenlerinde unutulmamaktadır. Ancak yeterli mühimmat ve direnişi devam ettirecek direnç ortadan kaybolduğu için bu ayaklanmanın sonunda maalesef Varşova, Naziler tarafından dümdüz edilir. Bir ay süren çatışmalardan sonra, Almanlar Varşova’daki Büyük Sinagogu havaya uçurmuş ve 19 Nisan 1943’te Almanlar, kalan Yahudileri de sürmeye başlamıştı. Direniş, Almanlar gettoyu taş yığınına dönüştürene kadar devam etmiş, Ocak 1943 sürgünlerinden sonra gettoda yalnızca elli bin civarında Yahudi kalmasına karşın, gettonun yıkılmasının ardından 56.065 Yahudinin yakalandığını, bunlardan 7.000’inin Treblinka İmha Kampına, kalanının ise zorunlu çalışma kamplarına ve Majdanek İmha Kampına gönderildiğini bildirilmişti. Direnişçilerden bazıları gettodan kaçmayı başararak, Varşova çevresindeki ormanlarda yaşayan partizan gruplarına katılmıştı. Varşova Ayaklanması, Polonya tarihinde Yahudilerin Polonya halkı tarafından ne kadar içselleştirildiğini gösteren ve ‘Polonya üzerinde yaşayan herkes Polonyalıdır’ kavramını faşizmin en ağır günlerinde III. Reich’a gösteren önemli bir olaydır.
Alman Nazizminin ortadan kazınmamış bir duruş ve dünya görüşü olduğu gün be gün yükselirken, bu düşünceyi taşıyanlara dur diyebilmek, Yahudi olsun veya olmasın her onurlu insanın yapması gereken bir davranıştır. İnsan ancak bilinçlendiğinde aydınlığı görebilir. Bilinçlenmek, başkaldırmanın ilk adımıdır.