Gidenler gitti, kalan sağlar bizimdir ülkesi olamaz Türkiye. Ayrıca gidenlerin arkasından su dökenler de hepimizi temsil edemez. Mümkün değil. Lakin bugün gazeteler, dergiler ve artık nereye bakarsanız bakın ilanlar, yurt dışı bir ülkede size sadece ev satmakla kalmıyor. Aynı zamanda benzer bir topluluk, vatandaşlık, sosyal yaşam, iyi eğitim ve en önemlisi tasarım bir gelecek pazarlanıyor. Haliyle sadece ev değil, özgürlük ve ürkmeyen parayı da bir arada tutabilecek alanlar artıyor. Türkiye dışında cazip kılınan gelecekler o kadar promosyonlu hale geldi ki, yakında Yeni İstanbul diye bir site veya mahalle yapılırsa kesinlikle şaşırmayacağım. Sonuçta ülkende ne bulamıyorsan al paranı gel burada sana hepsini vereceğim diyen bir reklam algısı yürüyor. Arz da talep de karşılık buluyor.
Ülkemizin iyi eğitimlileri ve servet sahibi olanları bizzat aramızdan ithal ediliyorlar. Gidenlerden kimseye bunun yanlış bir fikir olduğunu söyleyecek değilim. İsteyen elbette istediği ülkede yaşar. Ama gerçek bu değil ki! En azından gidenlerin güle oynaya gitmediği açık. Kalanların da gülüp oynamadığı!
Evet, kimse sınıra bırakılıp hadi bakalım yoluna diye sınır dışı edilmiyor fakat yetkili ya da etkili herhangi biri çıkıp da “Arkadaşlar neden gidiyorsunuz!” diye de sormuyor. Dahası ilgilenmek, konuyu görmek de isteyen yok. Göçe giden kuşlarla kurulan ilişki kadar kendi ülkesinin eğitimli vatandaşlarıyla ilişkisi Ankara’nın… Ne eğitime el atıyor, ne de kendinden değil diye işten atılan eğitimlilerine başka yaşam yolları açıyor. Mümkünde gidin yakamızdan da düşün tavrının yanında kalanlara da korkudan büyük büyük dağlar yapılıyor.
Diğer yandan da tuhaf bir şekilde hayatı daha yaşanır kılacağını umduğumuz sosyal medya yükseliyor. Lakin bizdeki örneği henüz lümpen düzeyde. Fikirler değil hala kişiler çarpıştırılıyor.
Zaten sosyal medya rüştünü ispat etmeye çalışırken, hayat da sanki kendisini geçmiş liderlerin güvenli kollarına bırakmış gibi adeta iki ayrı dünyada yaşatıyor bizi! Bir yanıyla sınırları kaldıran özgürlükçü bir platform ama sanal gerçeklik sayılıyor. Öte yanda tarihin perdesini yırtmış gibi aramıza katılıp sınırlar ören “gerçek liderler”!
Bu sahnede kim gerçekten kim ve gerçek? Kimse bilmiyor!
Geçen hafta Brand Week İstanbul koridorlarında tartışılanları aktarıyorum.
Yine de bazı tahminler dünyadaki bıçkın liderliğin son kullanma tarihinin 5-10 yıldan öteye gitmeyeceği yönünde. Sosyal medyada oluşan sessiz reform, hayata doğrudan akmaya başladığında, otoriter eğilimliler de buhar olacakmış.
Ama bu dönemde aramızdan çıkmayan keşifler ve inovasyon için sivri söylemler de var. Mesela Selahattin Demirtaş’ın hapiste olduğu bir ülkeden dâhiyane fikirlerin, buluşların filizlenemeyeceği gibi… Haksızlar mı? Asla. Özgürlüklerin ve demokrasinin olmadığı bir yerde ekonomik değerlerin yükselmeyeceği gibi ekonominin yükselmediği ölçüde de özgürlükler güdük kalır paradoksundayız. Ankara, iktidara kim gelirse gelsin bu hastalığından vazgeçemiyor. Ne yardan ne serden diyerek, ne özgürlüğe ne de uluslararası sermayeye gerçek anlamda geçit vermiyor. Kontrolü elinde tutabildiği Ortadoğu parası dışında…
Koridorlara fısıldanan cümlelerin dışında ise Konda Araştırma şirketinden Bekir Ağırdır’ı dinledim. Hayatı jenerasyonlar ve veriler üzerinden okumasını seviyorum. Fakat rakamların ve yüzdelerin dışında her jenerasyonu başka bir sürüm olarak algıladığımızda aktarım zincirimiz de kuvvetlenecek. Buna emimin.
Bekir Ağırdır’ın konuşmasına göre de hayat ve toplum her zaman iyiye doğru akar. Geçici sarsıntılar ve korkular olabilir ama evrensel kazanım neyse, paradigmalar da eninde sonunda oraya doğru evrilir. 2008-2018 yılları arasında ise devlet katında olanlar bir tarafa, Türkiye toplumu evrensel kazanımlara doğru gidiyormuş. En azından büyük resimde bunu bilmek gerekir diyor. Biz elbette, geçen kendi zamanımıza kayıp olarak bakabiliyoruz fakat büyük resimde biz de dönüşümün bu şekilde bir parçası oluyoruz. Acı ama gerçek!
Verilere göre gençlerin mutluluğu azalmış, bugün daha öfkeli ve kızgınlar. Bu kategoriye kendi jenerasyonumu dahil ediyorum. Mutluluğu başka yerlerde aradığımız veya bulduğumuz konusu ise benim jenerasyonum sürüklendiği başka bir delilik hali.
Diğer verilere göre, oruç ve namaz gibi düzenli ibadet alışkanlıklarında düşüş var. Hayat tarzını modern olarak tanımlayan gençlerin oranı yüzde 5-10 arasında artmış.
Ülkede dindarlık seviyesi de aynı gençler arasında yüzde 7 civarında azalmış.
Metropolleşme süreci ahlakımızı da makyajlamış hatta bir parça modernize etmiş görünüyor.
Bekir Ağırdır; eğitim, laiklik, hukuk gibi kavramların geceyle gündüz gibi farklı görüşler olarak çatıştığını ancak buna rağmen bilgi toplumu olma yönündeki çabamıza dikkat çekti. Açıkçası çatışmalardan beslenmeye doyamayan ve kronik kaos bağımlısı bir ülke olmaktan vazgeçemediğimizi düşünüyorum. Fakat Bekir Ağırdır bunu özgün bir ülke örneği temsil etmemize bağladı. Öyle ya da değil yine de sonucu zaman gösterecek.
Bekir Ağırdır ayrıca, mevcut güç sahibi kuşağın, makam kaybetme korkularını yeni kuşağı bastırmaya çalışarak ve suçlayarak hatta gençleri kasti olarak eksik bularak kendi yerlerine sıkıca yapıştıklarını söyledi. Bana göre, ülkenin mevcut tablosunun sorumlusu da onlar ve önceleri ama faturasını çocukları ve yine onların çocukları ve çocuklarının çocukları ödüyecek.