İçimi bir sıkıntı kapladı pazar akşamı. Bize umut veren her şey yok oluyor diye düşündüm. Üstüne de Fenerbahçe maçı kaybedince iyice pazar akşamı zehir olmaya adaydı. Fakat her şey bu kadar kötü gidemezdi, her zaman umut veren bir şey olmalıydı. Yine pazar akşamı, umudun futbolda saklı olduğunu buldum. Bu yazı ne üç büyükleri ne de Ali Koç’u anlatacak. Bu yazı da kimin ne kadar şampiyon olduğunu bulamayacaksınız. Futbolun verdiği umuttan fazlasını ve güzelini bulamayacağız.
Bundan belki 30, belki 40 yıl evvel Yeşilköy’de bir çocuğun hikâyesidir bu. Çocuğun biri Yeşilköy’deki evinde gene aynı yaşlarda arkadaşıyla sokaklarda futbol oynar. Çocukluk hayali ya, futbol takımı kurmak isterler. Santrafora kimin geçeceği çoktan bellidir. Babası eski bir futbolcu olan komşunun çocuğu. Peki, kaleye kim geçecekti? Zordur kalede bir başına durmak. Hele o yaşlarda topa vuramıyorsan ve oynamayı bilmiyorsan kaleye geçersin. Kaleye kimse geçmek istemezken, komşu çocuğunun babası geliyor. “Herkes, tek tek kaleye geçecek, şut çekeceğim” diyor. Adam şut çekiyor, fakat kaleye geçen çocuklar bırakın kurtarmayı topu bile göremiyorlar! Sonunda kahramanımız geçiyor kaleye, atlıyor topa. Gelişecek olayları kendi ağzından şöyle anlatıyor: “Yerdeydim ve avuçlarım kızgın kömür parçalarını tutmuşum gibi yanıyordu. Sağ yanıma gelen şutu hâlâ nasıl olduğunu anlayamadığım bir refleksle kurtarmıştım.” O şutu çeken Lefter’den başkası değildi. Kaleye kahramanımız geçmişti, hem de Lefter’in direktifiyle. Peki ya bir futbol takımına gerekli olan formaları ve teçhizatları nereden bulacaklardı? Çocuk olmanın en güzel yanı umutlanıp, hayal kurmaktır. Toplanmış çocuklar, İstanbul’un esnaflarından tek tek para toplamaya çalışmışlar. İlk seferinde yeterli gelmemiş para. Atlamışlar vapura, geçmişler karşıya martıya benzemesi için bacası ve en alt kısmı sarı gövdesi beyaz olarak boyanan İstanbul vapuruna. Karşılamış onları o zamanın altın kapısı: Eminönü. Cağaloğlu Yokuşunda çocukların hayali tamamlanmış. Formalar için yeterli para toplanmış esnaflardan. İstanbul esnafı, çocukların futbol hayalini yerine getirmiş, futbola adeta umut borcu vermiş. İki sene boyunca kendi fanilasından kaleci kazağı yaratan kahramanımız, o gün kavuşmuş ilk kaleci kazağına. Turuncu, siyah şeritli kaleci kazağını İstanbul esnafı satın almış ona adeta. İşte böyle kurulmuş Zeynep Kamil Gençler Gücü takımı. İstanbul, futbola umut emanet etmiş, İstanbul futbola, futbol çocuklara gülümsemiş. Maçtan sonra terleyen formalarla denize atlayıp yıkayan çocuklar, boğazı adeta bir ‘çamaşırhane olarak kullanmış’. Çocuk olmak ne güzeldi, ne isterseniz, dünyasını yaratabilirdiniz. Tupturuncu kaleci kazağını Boğaz’dan çıktıktan sonra güneş altında kurutan kahramanımız, kazağın parlaklığının Kız Kulesinin bile gözünü kamaştırdığına inanmıştı.
Bu kaleci çocuk, ilerde her zaman içinizdeki çocuğu yaşatabilecek olan, Sunay Akın’dan başkası değildi. Yukarıdaki hikâye Sunay Akın’ın ‘Kalede 1 Başına’ adlı kitabından alıntıdır.
Şimdi dönüp bakıyorum da, futbola çok haksızlık etmişiz, ne güzel umutlar vermiş zamanında halbuki. Kim bilir belki yine günün birinde bir avuç çocuğu güldürmek, İstanbul’a kalır. Futbolda aldığı emaneti büyütüp böyle güzel insanlar yetiştirir. Futbolun İstanbul’a olan borcu çok büyüktür zira bir çocuğun mutluluğunu asla ödeyemezsiniz.
Güzel hikâyesi için Sunay Akın’a teşekkürü bir borç bilirim,
Umutla kalın!