Hollanda’daki çocuklar...

Joelle PİNTO Köşe Yazısı
5 Aralık 2018 Çarşamba

Geçtiğimiz hafta çok sevdiğim bir çocukluk arkadaşımı ve ailesini ziyaret etmek için Amstelveen’e gittim. Amstelveen, Amsterdam’a 15-20 dakika uzaklıkta, bizdeki Göktürk gibi, genelde ailelerin oturduğu küçük tertemiz bir şehir. Filmlerde gördüğümüz Hollanda imajından çok da uzakta olmayan, insanların bisikletle her yere gidebildiği, annelerin öndeki sepete bir bebek, arkaya ise biraz daha büyük bir çocuk yerleştirdikten sonra pedalları sürüp kreşe, okula, işe, markete hızır gibi yetişebildiği bir yer. İstanbul trafiğinde hayatı kaymış bizler için aşırı huzurlu.  Huzur fazlası yaşayıp Amsterdam şehrine inmek istediğinizde ise arabayla yerine göre 15-20 dakikada, çeşitli alternatifi olan toplu taşıma araçlarıyla ise biraz yürüme içerebileceğinden yaklaşık yarım saat sonra şehirdesiniz. 

 

Amstelveen’in beni en çok etkileyen kısımlarından biri ise çocukları. Arkadaşımın çocuğuna sürpriz yapıp okulundan almaya gittiğimde, çoğu Scarlett Johansson’un çocuğuymuş gibi görünen sarışın çocuklar ile aralarına serpiştirilmiş birkaç çok tatlı Hintli ve Pakistanlı çocuk ders bitip okuldan çıktığında ilk dikkatimi çeken şey bir sürü anne ve babanın onları karşılamak için gelmesi oldu. En küçük sınıftakiler dâhil bütün çocuklar kendi başlarına şapka ve montlarını giymiş, küçük sırt çantalarını almıştı. Bizdeki okul çıkışları gibi ne ittirerek kafaya zorla yün şapka yerleştirmeye çalışan, ne de yerlere kadar eğilip ilkokula başlamış çocuğun ayakkabısını bağlayan anneler vardı. Kendi başlarına giyinmeleri gerektiğinin ve hazır olunca sınıftan çıkabileceklerinin bilincindeydiler. Sonra o güler yüzlü çocuklar saksafon dersinden keman dersine, judodan yüzmeye çeşitli keyifli okul sonrası aktivitesine doğru yola çıktı. Akşam yemeğine kadar onları bezdirecek ödevleri değil, ilerde çok yönlü bir insan olmalarını sağlayacak güzel hobileri vardı. 

Bizim blok flüt çalmak zorunda bırakılan, sömestr, yaz demeden her tatilde ödevlere boğulan, sabah akşam kabin boyu valiz ağırlığında bir sırt çantası taşıdığımız, okuldan öğleden sonra geç saatlerde gelip özel dersle veya akşam yemeğine kadar yapılan ödevlerle geçen çocukluğumuzu düşününce, Hollanda’daki çocukların ne kadar şanslı olduğunu görüyorum. Gerçi bizdeki okul sistemi de o günlerden bugünlere çok değişti, okul sonrası aktiviteleri biraz renklendi ama yine de ülkemizde uzun yıllar daha sınav stresleri, okula yerleştirme problemleri ve yarış atı sendromları devam edecek gibi görünüyor. 

 

Hollanda’daki tek kötü anım ise uçağıma gitmeme yarım saat kala uzun uzun çalan acil durum sireniydi. Neden bilmiyorum ama bana II. Dünya Savaşı’nı hatırlattı, bir deneme sireni olduğunu tahmin etmeme rağmen içim çok kötü oldu. Daha sonra internette detayını okuduğumda, her ayın ilk pazartesi günü Hollanda’nın çeşitli şehirlerinde tam saat 12.00’de deneme amaçlı, sistemin çalışıp çalışmadığını test etmek için çalındığını öğrendim. Halk bunu bildiğinden ayın ilk pazartesisi çalan sirenlerden korkmuyor. Başka bir gün çalarsa hemen evine veya kapalı bir mekâna girmesi gerektiğini biliyor. Eminim oradaki çocuklar bile bunun bilincindedir…