“Yeruşalayim: Görünen ve yine de görünmeyen sima, yaşamamıza ya da yaşamı reddetmemize neden olan her şeyin özsuyu ve kanı… Karanlıkta parıldayan kıvılcım; mutluluk ve neşe çığlıkları arasından hışırdayan mırıltı. Bir isim, bir sır. Sürgünlerin duası, tüm diğerleri için, bir vaat. Yeruşalayim, 17 kere yıkılmış ama asla yok edilememiş. Hayatta kalabilmenin sembolü: Yeruşalayim, insanı mucizevi bir şekilde hacıya dönüştüren şehir: hiç kimse buraya girip de değişmeden ayrılamaz.”
Elie Wiesel, Sürgünler Çağı
Naçizane çevirimle böyle yazmıştı Elie Wiesel, ‘Sürgünler Çağı’ ismiyle Türkçe de yayınlanmış olan ‘Kudüs’te bir Dilenci’ isimli kitabında.
İlk okuduğum andan itibaren beynime yüreğime kazınmış cümleler. Her Kudüs ziyaretimde -düşünsel ya da fiziksel - yeniden hatırladığım sözler.
Şimdi 2018’in kasım ayında bir perşembe günü yıllar sonra yeniden geldiğim bu şehirde gündelik temposunda sürüyor yaşam.
Çeşit çeşit turist kendi kültürlerinin rengini, sesini, curcunasını taşımış yerel renkliliğin yanı sıra kutsal kente... Dünyanın bir mini replikası sanki. Yok yok! Canlı, yaşayan bir organizma burası... Binlerce yıllık tarihi katman katman kazdıkça arkeologlar kimi zaman toprak üzerinde, ya da tünellerle yer altında, gün yüzüne çıkıyor. Kudüs, - hele ki uzun yıllar geçmişse aradan - her gelişte başka bir hikâye ekler daha önce anlattıklarına. Her geliş tarihin derinliklerine yine yeniden bir yolculuktur aynı zamanda.
Geçen gelişinizde sıradan bir otopark olan alanda bu sefer tarihe ışık tutan buluntuların elde edildiği bir arkeolojik kazı ile karşılaşabilirsiniz mesela. Hele şanslıysanız, çok şanslıysanız, o kazı alanının içine girip daha detaylı bilgi almanız da mümkün olabilir belki.
15 yıldır sürüyor o otopark alanındaki kazı. 15 yıl kadar önce otoparkı kapatıp AVM yapmak üzere satın almış bir firma bu araziyi. Ve 15 yıldır bekliyor İsrail Antikite Otoritesinin vereceği kararı.
Çünkü bu ülke, her taşın her toprağın altından bir sürpriz çıkabileceğini biliyor. Ve bu ülke, değer veriyor geçmişine, binlerce yıl önce yaşanmışlara...
Yapılacak her inşaat, arazinin en dibine kadar araştırmasının yapılıp onaylanmasını bekliyor. Yani öyle istediğiniz yere dilediğiniz zaman istediğinizi dikemiyorsunuz.
Araziyi aldıktan sonra devlete inşaat hakkında bilgi veriyorsunuz, devlet de yetkili kurumdan ekipleri arazinize gönderiyor. Arkeolojik kazılar başlıyor o zaman. Ekipler kazılardan çıkan sonuçlara göre inşaata onay veriyor. Ya da....
15 yıldır sürüyor kazı Kudüs’te o sıradan otoparkın altında... David’in şehrini bulmuşlar çünkü bu noktada... Evler, mozaik tabana bakılırsa zengin evleri, hazineler (Süleyman Mabedi – ikinci tapınak - dönemi paraları), altın küpeler ve yanmış kül olmuş fasulyeler... İs altında ev kalıntıları... Romalıların İkinci Mabed’le birlikte yakıp yok ettikleri bir şehir... Yüzde 99 David’in şehri. Neden yüzde 99? Çünkü David’in adı henüz hiç bir yerde çıkmamışken yüzde 100 diyemiyorlar. Ancak kazılar devam ediyor henüz toprağın en derinine ulaşamamış çünkü arkeologlar... Katman katman indikleri tarihin o arsada en derininde daha neler çıkacak bilmiyoruz.
Bildiğimiz ise mucizelerin gerçekleşmesi için küçük başlangıçların yeterli olduğu. Kocaman karanlıkları küçücük bir ışığın yok edebildiği... Barışın ve huzurun tüm dünyada tesis edilebilmesi için insanın dünyaya sevgi penceresinden bakabilmesinin yeterli olduğu. Yahudi takvimine göre içinde bulunduğumuz ay, Hanuka Bayramının da kutlandığı ve dolayısıyla mucizeler ayı olarak anılan Kislev ayı. Gelin bu ay mucizeyi hep birlikte gerçekleştirelim. Elimizi etrafımızdakilere sevgiyle uzatalım. Sevgi yılın bu son ayında olduğumuz yerde mucizeyi yaratan ışık, yürekleri ısıtan alev olsun. İyi bayramlar.