Polisiye filmlerin sorgulama sahnelerinde artık klasik hale gelmiş bir kare vardır: Bomboş bir oda, ortada bir masa, etrafta kameralar ve dışarıda sorgulama olayını tek taraflı bir ayna düzeneği arkasından izleyip birbirleri ile konuşan ilgili amirler…
Siz halen bahis sitelerinden izinsiz gönderilen sms’lere kızmaya devam edin. Amazon’daki yağmur ormanlarda yaşayan bir kabilenin mensubu değil iseniz, büyük ihtimalle hayatınızın tahmininizden çok daha fazla bir bölümü şimdiden birçok veri deposunda kayıtlara geçmiş, belki de gün yüzüne çıkacağı günü beklemektedir.
Yapay zekâ, büyük veri tabanlarını işleme kapasitesi ile yüz tanıma teknolojisinde gerçekleşen devrimin Tom Cruise’in başrolü oynadığı Azınlık Raporu filmindeki sahneleri çoktan geride bıraktığı bir dönemdeyiz.
Business Insider dergisindeki bir habere göre, Çin hâlihazırda 170 milyona ulaşmış bulunan yüz tanıma kapasiteli kamera sayısını 2020 senesine kadar 570 milyona çıkarmayı planlamakta. Şangay metrosunun turnikelerinde yüz tanıma sisteminin çok yakında hizmete girmesi beklenmekte. Bu demek ki, birileri kimin ne zaman ve kiminle metroya bindiğinin bilgisini bir yerlere kaydedecek. Xiaozhu şirketi (Çin’deki Airbnb) geçtiğimiz mart ayında kiraladığı evlerin kapısını yüz tanıma sistemi ile açıp kapatacak bir uygulamayı devreye soktu. Apple, iPhone X’lerdeki yüz tanıma sisteminin eski parmak izi okuma sistemine göre 20 kere daha güvenli olduğu ifade ediyor. Parmak izi okuma sisteminde hata payı 50 binde bir iken, yüz tanıma sisteminde hata payı 1 milyonda bire inmekte. Çin Polisi Araştırma Laboratuvarı 120 kilometre hızla giderken dahi 70 metreden daha yakın bulunan tüm yüzleri tanıyıp bir veri tabanı ile karşılaştırabilen ve anında şoföre uyarı verebilen bir sistemi kullanabildiğini söylemekte. Önüne geçilemez bir gözetleme dalgasının yolunu açıyor akıllı kameralar.
Google ve Facebook gibi şirketler önemli bilgi bankaları olsalar da depolanan veriler bunlarla sınırlı değil. Güvenlik amacı ile yollara yerleştirilen Mobese kameraları ile telekomünikasyon ve finans sistemi üzerinden geçen her türlü veriyi internet trafiğinize eklediğinizde, 7/24 nasıl bir veri neşretmekte olduğunuzu daha iyi idrak edebilirsiniz. Gözetim sistemlerindeki ağırlığın internet ve halen iyi kötü kendi kontrolümüzde olan akıllı telefonlardan akıllı yüz tanıma kameralarına geçmesi halinde, olayın yepyeni bir boyuta ulaşacağını tahmin etmek zor değil.
Otoyolda yere çöp atan, emniyet kemerini takmayan, hız yapan sürücüler ile kırmızı ışıkta geçenlerin akıllı kameralar tarafından tanınıp cezalarının otomatik olarak adreslerine gönderilmesi güzel bir şey. Ancak, aynı trafik suçunu üç kere işleyen birinin bilgisinin sigorta şirketi ile paylaşılması düşündürücü. Bir takside güvenlik amacı ile kayıt yapan bir kameranın olması iyi bir şey. Ancak, müşteriyi yüz tanıma sistemi üzerinden belirleyip kiminle, nerede ve ne zaman taksiye bindiğinin ve nereye gittiğinin bilgisinin eşiyle veya bir istihbarat şirketi ile paylaşılması çok ayrı bir boyut.
Şu an için bu hassas çizginin nereden çizileceğine dair sorular yanıt bulmaktan çok uzak durumda. Başka bir ifade ile bireyin mahremine ait bilgiler birçok kurum tarafından depolanmakta ancak, bunların kullanımı ve paylaşımına dair esasları belirleyecek kanunlar “Hocam, o dersi henüz çalışmadım” misali konuya tamamen uzaktalar.
Bilgiyi toplamak ile işlemek arasındaki ince çizgi aslında kamuoyunun daha fazla ilgisini çekmesi gereken bir konu. Temel soru, bilgiyi işleme kapasitesine sahip olanların esas amaçlarının ne olduğunda düğümlenmekte. Mesela, Çin’in Xinjiang şehrinde Uygur Türklerinin hareketlerini izleyen 40 bin kamera ne amaçla bilgi toplamakta? Veya siyahlara karşı ırkçı davranmakla suçlanan New Orleans polisinin 40 milyon dolara kurduğu kamera sistemlerinden gelen bilgiyi Axon adındaki şirketle paylaştığı, bu şirketin de kişilerin sosyal medya hesaplarını inceleyerek kimlerin suç işleme potansiyeli olduğu tahminlerini polisle geri paylaştığı nasıl açıklanabilmekte?
Bugün için buradaki ikilem, “Saklayacak bir şeyin yok ise korkacak bir şeyin de yok” yaklaşımı ile çözümlenmeye çalışılmakta. Sıradan vatandaş güvenlik ile şeffaflık arasında bir tercih yapmak zorunda bırakıldığından, mecburen güvenliği ön planda tutmakta ve iradesinin fevkinde bir şeffaflık ile yaşamaya razı edilmekte.
Ancak, bir gün bu bilgiye ulaşanlar sizin politik görüşlerinizi incelemek ve belki de etkilemek isteyecek ilgililer olabilir. Mesela, birtakım Rus hackerların Facebook hesapları üzerinden Amerikan seçimlerini etkileme girişimi böyle bir olaydır. Keza, camdan kulelerde oturan birtakım Arap rejimlerinin kendi halklarının üzerinde noktasal atışla baskı uygulayabilmek için İngiliz ve Amerikan teknoloji şirketlerine en gelişmiş takip sistemlerini satın almak için servet ödedikleri de bilinen bir gerçek.
Gözetimin artmasının suçu azaltma eğilimi olabileceği kadar, aykırı düşünceyi baskılamanın aracı olabileceği ihtimali de düşünülmelidir. Yapay zekâ ve algoritmaların neyi ‘normal’ neyi ‘aykırı’ kabul edeceği kimler tarafından belirlenecektir? Kimin normali normaldir? Çoğunluğun mu?
Akıllı yüz tanımalı kamera sistemlerinin yaygınlaşması ile hız kazanan gözetim (surveillance) dalgasının kişisel verilerin mahremiyetinin korunması ile ilgili ciddi riskleri birlikte getireceği görülüyor. Bu konunun toplumlarda daha fazla tartışılıyor olmasını görmek isterdim.