El aleme başta bize talkını verirken kendi salkımı yutan Fransız yöneticiler maalesef çok ciddi şekilde sınıfta kaldı. Belli bir siyasi ya da sosyal gruba ait olmayan ve kendilerine ‘Sarı Yelekliler’ diyen isyancıları eşek sudan gelinceye kadar döven Fransız polisi, sansürlere karşın dünyaca kınandı. Ülkesinde neo-liberal politikalar uygulamaktan imtina etmeyen Macron çok ciddi anlamda bir direnişle; hatta birçok direnişle karşı karşıya kalmış durumda. Krizi yönetemediği için özellikle aşırı sağcı Marine Le Pen’i suçlayan Macron, Avrupa’nın en pahalı akaryakıtını kullandırdığı Fransız halkını sonunda isyan ettirdi. Maaşlardan vergi kesintisi yüzde 37,3’ü bulurken Macron büyük şirketlere vergi indirimi yaptı. En şok edici olansa 1 milyon 300 bin avronun üzerinde varlığı olanlar için konulmuş Servet Vergisi’ni kaldırmasıydı.
Bizler ulusal tarih kitaplarımızdan öğrenmişizdir ki Fransızlar isyanların halkıdır; bugün dünya tarihinin en önemli devrimlerinden biri sayılan 1789 Fransız Devrimi’nin açtığı ufuklar insanın ‘birey’ ve sonra ‘yurttaş’ olduğu meşhur ‘İnsan Hakları Bildirgesi’ modern insanlık tarihinin en önemli olaylarından biridir. 1789’da vergilere isyan eden köylülerin başlattığı isyan Yakınçağ’ın başlangıcı olmuştu, belki bugünkü isyanlar da ekonomik düzenin değişimini zorlayacak hareketler dizisinin halkalarından biri olabilir. Ünlü düşünür Slovaj Zizek’in dediği gibi belki de ‘kapitalizmin sonuna’ geldik. Sadece Fransa’da değil tüm Avrupa kıtasında zaman zaman ortaya çıkan ve ekonomik olduğu ağırlıkla hissedilen tüm isyanların temelinde; kurulu düzenden duyulan ciddi rahatsızlıklar olduğu ortada. Özellikle Fransa’da çıkan son olaylar Champs Elysees’de dünyaya sattığı lüks mallarıyla, markalarıyla ünlü butiklerin isyancılar tarafından taşlandığını görünce insan bu büyük nefretin kaynağının sadece benzin zammı olmayacağını düşünmeden edemiyor. Geçtiğimiz kış Fransa’ya yaptığım bir gezide insanların müthiş mutsuz göründüklerini düşünmüş ve tek tip, kaz tüyü montlarla sokakları doldurmuş olduklarını görmüştüm. ‘Aynılık’ beni hep rahatsız etmiştir ve bu ‘aynılık’ da beni biraz ürkütmüştü açıkçası. Vitrinleri süsleyen cicili bicili markalar belli ki sadece turistler için ve 1200 Avro asgari ücret alan Fransızlara pek de bir şey ifade edemediğini anlamak için alim olmaya gerek de yok. Ayrıca günümüzde kapitalizmin, neredeyse devletleşmiş çokuluslu şirketlerinin hedef kitleleri aynı zamanda kendi yurttaşları da olunca işin tadı kaçıyor. Küreselleşmenin de başlangıcı demek olan coğrafi keşiflerin başlangıcından beri kendi dışındaki dünyaları sömürmeye alışkın Avrupalı dostlarımız internet dünyasıyla birlikte artık yadsınamaz bir biçimde deşifre olmuş durumdalar. Sayısal olarak ölçümleyememekle birlikte henüz ekonomik savaşın değil ama psikolojik savaşın ‘kaybedeni’ onlar. Bugünün dünyasında hiçbir şeyin gizli kalmadığı ve kalamayacağı düşünülürse Fransız yöneticilerin de uygulamaya çalıştıkları ekonomik politikalar, asi Fransızların kesinlikle dikkatinden kaçmıyor ve uygulanabilir de görünmüyor. Başta da dediğim gibi ulusal tarih derslerimizin tamamında adeta bir Fransız kadar Fransa’ya hayranlık duymamızı sağlayan Osmanlı entelektüellerine değinmeden edemeyeceğim. Onlar kurucu babalarımızı; kurucu babalarımızın ideolojik kafa yapıları da bizleri yetiştirdi. Çünkü Fransa demek ‘Liberté, Egalité, Fraternité’ yani Türkçesi ‘Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik’ demektir. Bunlar da iyi şeylerdir. Bir ortaokul, lise öğrencisinin gözünde olabilir gibi duran şeylerdir. Tabi bunların asla ve asla olmayacağını, olamayacağını ve belki de olmamasının düzenin işleyişi için en elzem durumlar olduğunu anlamak için az buçuk büyümek gerekti. Pozitivist tarih yazıcılığının ilk temsilcisi olarak sayabileceğimiz Ali Reşad için tarih Fransa ile başlar. Fransız Devrimi ise bu tarihte ana ekseni oluşturur; Meşrutiyet’in ve Cumhuriyet’in devrimci geleneğini kurgulayanlar, tarihi onun eserlerinden öğrenirler. Meşrutiyet yıllarında ortaöğretim kurumlarında okutulan Asr ı Hazır Tarihi Fransız Devrimi ile başlar ve 726 sayfalık kitabın 263 sayfasını bu konu, 250 sayfasını Avrupa’nın diğer ülkeleri ve 213 sayfasını Osmanlı Tarihi oluşturur1. Yine aynı yazarın Sultani okulları edebiyat ve fünun sınıfları için hazırladığı 647 sayfalık Kurun u Cedid Tarihi adlı eserinde de 137 sayfa Fransız Devrimi’ni 17 maddelik Yurttaşlık Bildirgesi ile birlikte vermiştir. İki cihan savaşı arasında bile öğrenciler bundan sorumlu tutulurlardı. Fransız Devrimi konusundaki yoğun tarih bilinçlendirmesinin yapıldığı kitlenin Cumhuriyet Türkiyesi’nin kurucu kadroları olduğunu lütfen gözünüzden kaçırmayınız. Ali Reşad Bey’in İngilizcesi mükemmel olsaydı belki de İngiliz İsyancı Hareketlerini ya da Amerikan Tarihi’ni sevseydi, devrin gençleri belki de bu yolların hayranı olacaklardı. Bu kadar basit mi der gibi bakıyorsunuz ama evet bu kadar basit! O devrin dünyasında bu tür bilinçlendirmeler yapılması mümkündü çünkü iletişim sınırlıydı. Ancak mesela 24 Kasım’dan beri Paris isyancı hareketinde nirengi noktasının kim veya hangi grup olduğunu bir türlü bulamayan ve anlayamayan Fransız yetkililerin gözden kaçırdıkları en önemli gerçeklik bugünün dünyasında herhangi bir etki yaratabilmek için kesinlikle yere, zamana ve mekâna gereksinim duyulmayışıdır. Ne bir parti binasına, ne belli bir zaman dilimine ve ne de bir aidiyete ait olmak gerekmiyor eleştirmek için. Belki de hem kapitalizmin ve hem de temsili demokrasinin sonuna geldik…