En tehlikeli savaş aynı evin içindeki savaştır.
Bu yazı dizisinin ilk bölümlerini okumayanlar için kısa bir hatırlatma yapmak gerekecek. Bu aynı zamanda makalede amaçlananın tekrar vurgulanması için yararlı olacaktır.
Kimi düşünürler tersini ileri sürseler de, yaygınlaşan ve giderek tehlikeli bir hale gelen günümüzdeki şiddetin anlaşılması serinkanlı bir bakışı, bu da kaçınılmaz olarak çıkar ve önyargılarla yüzleşmeyi gerektirecektir.
Buradan hareket edildiğinde, iktisadi nedenlerin yanında iki büyük kutsalın şiddetle ilişkisinin anlaşılması insanlığı hızla sürüklendiği geri dönüşü mümkün olmayacak yoldan alıkoyabilecek midir bilinmez ama sanıyoruz ki tüm umutsuzluğa rağmen bu denenebilecek biricik çare olarak görünmektedir.
Korkusuzca anlamaya çalışmak, eskinin yanlışlarından arınarak, yeniyi inşa etmenin ilk şartı değil midir?
Schmitt’ten yola çıkarak büyük ‘kutsallardan’ devletin her yeri kapsadığında, şiddetin çılgınlaşan zirvesinin, savaşın nedeni olacağı vurgusunu geçen yazılarda yapmıştık. Hemen ardından da diğer büyük kutsalın, dinin, sorgulamasını yapmaya girişmiş ve ancak metafizik düzeyde kavranabilecek olanın, aynen devlet gibi yeri göğü kapsayıp, Schmitt’in deyişi ile totalleştiğinde hangi yollarla şiddet üretebileceğini izlemeye soyunmuştuk.
Devletin varlık nedeninin savaş olacağı önermesinden sonra Schmitt‘ten ayrılıp diğer kutsalın, diğer gizin, dinin, şiddetle ilişkisini anlamaya yönelmeden, tekrar tekrar belirtilmesi gerekli olanın altının tekrar çizilmesi gerekecek önce: Dinin totalleşmesi ile anlatılmak istenen, onun yer üzerinden gök kubbeye kadar her tarafı kapsadığında, öte tarafın egemeni olmakla yetinmeyip bu tarafın da tek hükümranı olmaya soyunmasından başka bir şey değildir.
Kutsala, ruhların krallığından sonra yer üstünün de yönetiminin teslim edilmesidir.
Dinin hukuksal olanı da vaz etmesi, siyasallaşma istemidir kısaca.
Din – şiddet ilişkisinin analizi için yola çıkarken, tek tanrılı dinlerin ilki ve diğerlerine ilham vereni olarak Yahudilikten hareket edileceğini ifade ettiğimize göre öncelikle bu dindeki totalleşme sürecini anlamak gerekliliğinin de altını çizmiştik. Bu da bizi Yahudiliğin içindeki tarihsel muhafazakârlık-reformculuk geriliminin, çatışmalarının tahliline götürecektir. Görülecektir ki o zaman muhafazakârlar dinin totalleşmesini savunurken reformcular buna karşı duracaktır.
Şiddet de nerede ise tıpkı devlet -savaş ilişkisinde olduğu gibi dinin totalleşmesi aşamasında kaçınılmaz olarak ortaya çıkacaktır.
Tek tanrılı Yahudilik, Pagan Helen kültürü ile karşılaştığında
İddia edilir ki Helenistik Yahudilik, Büyük İskender’in dünya egemenliği oluşturma ihtirasında Yahudilik ile karşılaşması sırasında ortaya çıkacaktır. İlginç ve parlak bir sentezdir belirecek olan. Fakat aynı zamanda Yahudilik, bugününü de belirleyen büyük kültürel ve siyasi kaoslarından birini yaşayacaktır bu dönemde.
Her ne kadar Maccabiler’in eylemi Yahudiliğin Helen kültürü üzerindeki zaferi olarak yorumlanacaksa da Helen Yahudiliği isminden de anlaşılacağı üzere kabul etmek gerekecek ki bu büyük kültür de Yahudiliği derinlemesine etkileyecek ve hatta yeniden yapılandıracaktır: Musa’nın döneminden itibaren var olan yapısal bir gerilim Helen etkileşimi ile yeniden yaşam bulacak ve büyüyecektir.
Musa’nın dinsel önderliğinin yanında halkını esaretten kurtaran ve yeni bir ülkeye doğru götüren kişi olduğu dikkate alındığında dinsel kimliğine siyasal kimliğinin eklendiği dikkatten kaçmayacaktır. Bu aşamada dinin siyasallaşması ve böylece yeryüzünden gök kubbeye her tarafı kapsaması ister istemez benden yana olan ve olmayanın, kardeş ve düşmanın ayırımını getirecektir.
Sina Dağının eteğinde Musa “Benden yana olanlar bu tarafa” derken din temelli yasanın, hukukun önünü açacaktı.
Bu, dinin artık siyasayı kapsaması demek olacaktır.
Tekrar etmek pahasına; tek tanrılı din birleştirici olurken ayırımcı da olacaktır böylece.
“Benden yana olanlar” giderek içe kapanıp tutuculaşacaklar ve diğerlerini ötekileştireceklerdir. Reformcular dinin Musa’dan itibaren siyaseti kapsamasının ve siyasallaşmasının neden olduğu muhafazakârlığı eleştirerek reform önereceklerdir. Dini reddetmek olmayacaktır amaçları onu öte tarafın tahtında taçlandırıp yüceltmek isteyeceklerdir.
Onlara göre Helen kültürü evrensel niteliği ile dünyaya açılmanın kokusunu ve tadını taşıyacaktır Yahudiliğe. Ve bu Yahudiler açık denizlerin tadını doldurmak isteyeceklerdir ciğerlerine; reformcular, evrenselciler, muhafazakârların tersine diğer halklardan ayrışmamayı önereceklerdir. Helenizm’le birlikte insanlık kültürüne, uygarlığına yelken açmayı hayal edeceklerdir. Hatta Tanrılarına Yunanca ismi ile yüce varlık anlamına Hypsistos ismini vereceklerdir. Diyeceklerdir ki: “Halklardan ayrıldığımızdan beri herkes bizden nefret ediyor. Hadi gelin herkesle birlik olalım yüce varlığı herkese taşıyalım.”
Helenistik Yahudiler Musa zamanındaki zorunluluğun artık bitmiş olduğunu düşünüyor olmalıydılar ki reform gerekli, gelin evrensel kültüre açılalım demeye getireceklerdi bundan dolayı.
Tekrar Maccabiler
Geçen yazıda söyledik; günümüz açısından ve taşıdığı önemden dolayı tekrar edelim. Maccabilerin savaşında muhtemelen dış düşmana karşı olduğu kadar Yahudiliğin içe dönük, yasayı kelime kelime uygulamak isteyen muhafazakârlarla, dışa açık evrenselci, diğer halklarla eşitlikçi olan reformcuların görüşlerinin çatışıyor olduğu tezi bu anlamda akla çok aykırı olmayacaktır.
***
Tartışmaya gelecek yazıda Ariste‘nin mektubu ve Flavius Joseph ile devam edeceğiz.