Başka dillerde pek rastlanmayan, çok özel kelimeleri var güzel Türkçemizin. ‘Kolay gelsin’ mesela… Günde kim bilir kaç defa ifade ederiz. Yurt dışına çıktığımda, zorlandığım ifadelerden biridir “kolay gelsin”. Yok çünkü tam karşılığı oralarda. Kültürümüzün dışavurumudur. Tanıdığımız, tanımadığımız herkese rahatlık söyleyegeldiğimiz bir söz. Her ne yapıyorsa; kolay olsun...
Sofra kelimesi de öyle güzel, öyle özel bir kelime. Masa denir İngilizcede, Fransızcada ve kim bilir ne çok dilde. Oysa masa değildir sofra. Çok daha fazlasıdır. Paylaşılan yemeğin kokusunun insanı sarhoş ettiği, sohbetlerin koyulaştığı, farklılıkların kaynaştığı, ayrılıkların azaldığı, dostlukların pekiştiği ortamdır sofra. Sac ayağından biri yemekse sofranın, biri de insanlarıdır farklılıklarını yemeğin baharatıymışçasına kaynaştıran, üçüncü sacayağı olarak düşünebileceğimiz sohbete. Bu sac ayaklarının üstünde kendisi de canlı bir organizma olarak yeniden şekillenir ilişkiler.
O yüzden mutfak ve sofra dış politikanın da önemli bir çalışma alanı olarak görülmeye başlanmış.
Joan Nathan... Amerikalı bir yemek tarihçisi, ödüllü bir yemek kitabı yazarı. Yazdığı kitaplar arasında Süleyman’ın Sofrası adı altında, dünyanın dört bir yanından Yahudi yemeklerini yazdığı bir kitabı da var. Zaten internette araştırdığınızda Amerika’nın ‘Yahudi Yemek Kraliçesi! olarak tanıtıldığını göreceksiniz. Yahudi mutfağının farklı coğrafyalarda farklı ve ortak özelliklerini öne çıkarttığı bir kitap. Kral Süleyman’ın İkinci Mabed’in yanı sıra yaptırdığı sarayda yine dünyanın dört bir yanından gelen yüzlerce eşi ve cariyesinin kendi kültürlerini ve yemeklerini getirdiklerini düşünürsek sofrasının zenginliği ve çeşitliliği su götürmez.
Johanna Mendelson Forman, Amerika’da Conflict Cuisine (Çatışma Mutfakları) projesinin kurucusu ve patronu. Bu proje Amerikan Üniversitesinde Washington’daki göçmen grupların yemeklerinin dünyadaki çatışma hallerini nasıl yansıttığının araştırılması ile başlamış. Program boyunca yemeğin nasıl bir akıllı güce dönüşebileceğini ama aynı zamanda 21. yüzyılda bile nasıl çatışma ortamları yaratabileceğini gözlemlenmiş. Çatışma her zaman çok boyutlu, tıpkı gıda güvenliği gibi.
Osman Çakıroğlu, Center for International Private Enterprise, CIPE (Uluslararası Özel Girişim Merkezi)’nin İstanbul’daki proje direktörü.
Çünkü sofra, milyonlarca göçmen alan birçok yerde olduğu gibi, İstanbul’da da göçmenlerin tanımadıkları bir coğrafyada, bilmedikleri lisan, kültür ve kanun çerçevesinde, -tüm imkânsızlıklara ve engellere rağmen- en iyi bildikleri işi yaparak yerel halkla tanışmalarını, yakınlaşmalarını ve hatta zaman içinde entegre olmalarını sağlayabilecek kadar güçlü bir araç. Sınırların muğlaklaştığı, giderek artan göçlerle kültürlerin çatıştığı çağımızda sofra bir diplomasi yöntemi olarak ele alınmakta. Nitekim bu çalışmalar ‘gastro-diplomasi’ çalışmaları olarak ifade ediliyor.
Osman Çakıroğlu’nun başında bulunduğu LIFE Projesi, ulusalararası ve yerel ortaklarla Levent’te bir açık mutfakta göçmenlere kendi yerel mutfaklarını gerçekleştirebilecekleri bir girişimcilik kuluçka merkezi yaratmış. 13 haftalık bir eğitimin ardından yapılan yarışmada ödül alanların kendi lokantalarını kurabildikleri bir program sunuyorlar. Eğitim mentorluklar ve iş dünyasından ilişkileri de sağladığı için bir girişim okulu olmanın ötesinde bir tanışma, bir kaynaşma ortamı da yaratıyor. Çift taraflı kazanım yaratması projenin önemli avantajlarından biri.
Joan Nathan ve Johanna Mendelson Forman, Amerikan hükümetinin desteklediği bu proje kapsamında İstanbul’da bulundukları kısa süre içinde, Osman Çakıroğlu ile beraber 500. Yıl Türk Musevileri Müzemizi ziyaret ettiler. İyi ki de etmişler. Bu sayede sofranın gücünü bir kere daha hatırladık.
Önümüz yılbaşı. Havalar da giderek soğuyor. Gönül ister ki sofralarımızın ateşi soğumasın. Bu yılbaşı yaşadığımız şehrimizde dolaşırken -neden olmasın- farklılıkların üzerimizde yarattığı korku penceresinden değil de, sevgi penceresinden baksak hayata, denesek karşımıza çıkan bir göçmenle bir sofra sohbeti yapmayı; o gönül ateşini bulsak içimizde, o gönül ateşini yaksak çevremizde... En güzel hediye bir insana değmek, bir insanı tanımak, bir insanla beraberce gülmek değil mi her birimize?
Yeni yılda hep kalabalık, çok boyutlu, çok kültürlü, bereketli ve şenlikli olsun sofralarımız.