Körleşmek ve aşırı niteliksiz şeyler

Bahar FEYZAN Köşe Yazısı
3 Ocak 2019 Perşembe

Böyle bir manifesto yazmak istese insan önce körleşmenin toplumsal anlamı ve uzantısını incelerdi. Sonra neden şeylerin durup dururken niteliksiz diye tanımlandıkları üzerine düşünürdü. En kötü birilerine sorar, işin içinden çıkabilmek adına başka bilgi ve fikirler arasında bir yerlere demirlerdi zihnini.

Eğer Türkiye’de yaşamasaydı!

Artık ülke ikliminden kaynaklanmadığına emin olduğum sürece göre ise tarif ettiğim niteliksiz şeyler bile mumla aranır hale geldi. ‘Ey Vasatizm’ diye bir yazı yazmıştım.

Çünkü vasatlık en azından “ama neden öyle” gibi bir soruyu masaya koyuyordu. Hiç değilse arada “emin misin?” diyen ikilemleri vardı. İşin bir yönüyle kendi içinde bir “namusu” vardı. Vardı da vardı. Size zaman tünelinden bir örnek vereyim.

Akşam ana haberleri sayesinde başını Reha Muhtar’ın çektiği vasat anlayışın, “Acı var mı acı?” şeklinde yönelttiği soruyla standardı düşen habercilik değil, Reha Muhtar’ın kendisi olurdu. Bunu bilinçli olarak yaptığından, kendini tv’de var edebilmesi için, ilk önce harcaması gerektiğini gayet iyi biliyordu. Ve bozdura bozdura harcadı kendini. Harcadıklarını sonunda şöhret ve reyting olarak topladı. Sayesinde her akşam izlenen travesti kavgaları tuhaf boyutlar kazandı. Ama ilginç bir şekilde iyi yanı toplumda travestileri görünür yaptı. Üstelik ana haberde. Yani vasatlığın kendi normları içinde itilip çekilebilen esnek yanları da vardı.

Yeter ki kuralına göre oyna! Savunduğumdan değil ama vasatlık, sistemin içinde biraz aklı çalışan birinin hızlıca yükselmesine imkân veriyordu. Vasatizme dokunmadığın sürece sivrilebilirdin. Farklı olduğunda yukarı geçiş vizesi kolay alınırdı.

Sonra başka dengeler geldi, devran döndü. Tüm izinler ve vizeler iptal edilmekle kalmadı, pasaportlar da toplandı.

Yeni çizgiler çekildi, sınırlar değişti. Vasatlığa bırak dokunmayı selam veremez hale gelindi. Çünkü biri çıkıp “Bunlar bize çıplak olduğumuzu söylüyor oysa biz giyinmeyi sevmiyoruz” dedi. Yani tam böyle demedi de, siz anladınız işte! 

Yeni seviye olan bayağılık tüm geçmişi aranır hale getirdi.

Çünkü başka duruşlar dikiliyor karşımızda artık. Mesela dolduruşla harekete geçen, sorgulamayan, baksa da görmeyen, sığ ve söylenene/ gösterilene körü körüne inanan…

Ve daha bir sürü şey!

Yine de mesele kör olmak ve niteliksiz şeyler değil, mesele uykuda kalmak için dev bir direniş olması!

↔↔↔

Hedonik Fedakârlık Tarifi

Halk arasında “Aman rahatım bozulmasın, çimde oturayım ama kıçımı karınca ısırmasın” güdümüyle sergilenen duruş biçimi. En işgal edeni olmasına rağmen rahatlık alanını terk etmemek uğruna nefes alıyor sanki. Başka da bir şey yaptığı yok çünkü. Farkındalık ezberden. Herkesin söylediği şeyleri onlar da söylüyor. Kişi, buna da şükür deyip hayatını bir gün daha eksiltiyor. Sonuçta beterin beteri var gibi köklü bir inanç sistemiyle donatılmış. Haliyle isyanını da doya doya yaşayamıyor. Hissettiği de meçhul. Annem bizden daha fedakârdı, bizim için canını dişine taktı gibi geçmişe dönük minnetleri var. Ama sorsan geçen bayramı bilmem nerde geçirmiştir. Olsun, insan hayatıdır elbette çelişki dolu olacak diyorsun ama yine bir yerde ayar tutmuyor. Fedakârlık idealleştiğinde egolar tavan yapıyor. Arkadaşlıklar kontekst ve bağlam içeriyor. Kiminle anlaştığın değil de hangi bağlamda kendini gördüğün önemli. O resim içinden sana bakıldığında sen de onlarda biri olmalısın nihayetinde. Kendini kendinle değil de çevrenle konumla!

Zaten kimileri genelde kocalarını/karılarını olduğu gibi kabul etme ‘fedakârlığı’ karşılığında toplumdaki dul statüsüne ‘düşmüyor’. Kabul edilmenin getirdiği ‘evlilik locası’ ve aile toplumundaki konforu onun zaten varoluşu.

Günün sonunda ‘kurumsal ailecilik’ gibi bir şeyler çıkıyor ortaya. Hedonik fedakârlık ise kendiyle yakınlık kuramayan insanların başkalarıyla beraber tutundukları yegâne dal oluyor.