27 Ocak: Haklarını iste ve onları Savun

Marsel RUSSO Köşe Yazısı
23 Ocak 2019 Çarşamba

XX. yüzyıl yakın tarihin en acı olaylarına tanık oldu. Bitmek bilmeyen savaşların neden olduğu katliamlar, yıkımlar, totaliter rejimlerin halklara reva gördükleri azap, Avrupa’dan Çin Hindine, Sibirya’nın derinliklerinden Amerika kıtasına, Afrika’nın çöllerinden Avustralya’nın geniş yaylalarına, tekrarlandı… Israrla gündemde kalmak istercesine.

Bu anlamda, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, 1948 yılının 10 Aralığında, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda, bireylerin, ‘uyum içinde yaşamaları’, ‘birbirlerinin varlığına ve haklarına saygı göstermeleri’, ‘temel özgürlüklerinin güvence altına alınması’,  ‘kökenleri ve görüşlerinden bağımsız, devlet katında ve hukuk karşısında eşit olmaları’ için gerekli zemini hazırlamak amacı ile 217A sayı ile imza altına alındı.

Uzlaşı metninin 30 maddelik içeriğine sahip çıkılıp çıkılmadığı, insan topluluklarının ve onların yaşantılarını düzenlemek için var olan devlet aygıtlarının imzalarına sadık kalıp kalmadıkları, XXI. yüzyılın beşte birini devirmeye az bir süre kala, ortada tüm çıplaklığı ile duruyor.

Bu metne atıfta bulunarak, 2005 yılının Ekim’inde aynı kurul tarafından, 27 Ocak tarihinin “Holokost Kurbanlarını Anma Günü” olarak tanınması, üye devletlerin Holokost’un mirasına sahip çıkmaları, halklarına buradan dersler çıkartmaları için ortamı uygun hale getirmek gibi bir gereksinimden doğmuştur.

Holokost, “faili ve öznesine” indirgenemeyecek kadar girift bir süreçtir. Nesiller sonra bile, canlı, evrensel mesajlar içeren karmaşık bir tarihi vardır.

27 Ocak 1945 günü Sovyet tankları Auschwitz’e girdiklerinde karşılaştıkları, yaşanmış olanların kaçta kaçını temsil ediyordu? Ölüm kampları arasında ismi ile öne çıkmış bu yapı, ne diğer kampların dehşetini ne de kurşuna dizilerek hayattan koparılanların atıldıkları toplu mezarları anlamsızlaştırıyordu, şüphesiz.

Nazizm’in yok ettiği – Yahudi olsun olmasın – tüm değerleri bir bütün olarak düşünecek olursak, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesini okumaya başlarız. O ateş yıllarında yaşanan travmaların, Hitler terörünün, ırkçılığın ve gölgesinde alenileşen yok edilişlerin anlam kazanması, bu okumanın doğru yapılabilmesi ile mümkündür.

Bunun doğası olarak, 2019 anmasının konu başlığı “Demand and defend your human rights”* olarak belirlenmiş. “ Sana ait  haklarını iste ve onları savun…” diye naifçe tercüme etmek istediğim bu başlık, III Reich otoritesi altında katledilenlerin ulaşamadıkları bir lüksü ifade etmiyor mu?

Elie Wiesel’in, 2006 yılının 27 Ocağında, Auschwitz’in kurtarılışının 60. yılı anısına Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda yaptığı konuşmada belirttiği gibi, “tüm kurbanlar Yahudi değildi ancak tüm Yahudiler kurbandı.”  Onlar basitçe öldürülmediler. Öyle olsaydı bir soykırımdan söz edilebilirdi.

Nazizm ve işbirlikçileri, Yahudi’den arındırılmış bir hayat için savaş içinde savaş yürüttüler. Tarihi Yahudi olandan temizlemek istediler. Kitaplarını, fotoğraflarını yaktılar… Dillerini, sanatlarını ezdiler… İşyerlerini, evlerini yağma ettiler… Değerlerini yok ettiler… Onları birer numaraya indirgediler… Ve nihayet vücutlarından yararlandılar: onları denek olarak kullandılar… Şaka değil, saçlarından yün, derilerinden sabun yaptılar.

Auschwitz’den, Babi Yar’dan, Struma’dan, gettolardan ve bilinen ya da bilinmeyen birçok yerden kalan mirasın, bugünleri yaşayan bizlerin kulaklarına, kin ve nefretle bir yere varılamayacağını haykırması dileğimle…