Yazmak üzerine Stockholm’deki gazeteci büyüğümle sohbet ederken büyüğüm, yeni bir kente dair ilk izlenimleri kaleme almamın önemini vurguladı. Yeni bir ülke ve kentte yaşamak bir ‘geçiş dönemini’ beraberinde getiriyor. Bu keyifli bir yoldur. Sokaklara ve insanlara bakarken artık kenti birkaç günlüğüne ziyaret eden turist değilsinizdir. Öte yandan bir yerlilik kavramından da bahsedemeyiz. ‘Yeni gelen’ olursunuz ve bu aradaki durumun özel bir tanımlama gerektirdiğini düşünmüyorum.
Stockholm’ün temiz sokaklarını, açık pastel renklerine boyanmış binalarını günlerin giderek uzadığı bir dönemde izlemeyi sevdim. İsveç tarihinin en sıcak mayıs ayıydı ve sabah 3’te doğan güneş, akşam 22’de batıyordu. Üstelik ilk kez güneşe karşı hafif bir alerjik reaksiyon yaşıyordum. Yaz boyu çıkan orman yangıları herkesi üzüyordu.
Fotoğraf makinemi daha önceki yıllarda hiç bu kadar sık kullandığımı hatırlamıyorum. Müze, galeri, kale ve turistik yerlerin bir kısmını gezdim; hepsini değil. Keşifleri zamana yaymak ve detaylara odaklanmak kültür damağında daha tatlı bir lezzet bırakıyordu. Kentte yaşamın pahalılığına karşılık, kampanyalı öğlen yemekleri biraz daha ekonomik görünüyordu.
Geçmişe göre biraz daha yavaş bir tempoda yaşamak hayalimdi; ama İsveç’teki sistemin yavaşlığı zor deneyim. Hızla giden bir arabanın ani fren yaparak yavaşlaması gibi, dengem biraz etkilendi. Halk, yeri geldiğinde bir uzman doktora muayene olabilmek için 3 aydan fazla bekliyordu. Gündelik hayatta beklemek İsveç’te bir norm gibi... Hatlar sık arızalanır, banliyö trenini beklersin... Bürokratik süreçleri, postayı beklersin... Fast-food hamburgercide bile sıra numarası alıp, bekliyorsun! Buna karşılık insanlar sabırlı. Serzenişte bulunmuyor, öfke patlaması yaşamıyorlar. O kadar ki işe yol durumu nedeniyle geciktiyseniz, bu “gayet anlaşılır, insanı bir durum” olarak kabul ediliyor.
İlk komşularım İsveç gençliğinin halinden yakınırken, kimileri parkta tasmayla kedi gezdiriyordu. Daha sonra yaşı 90’a yaklaşmışken koşan insanlarla da karşılaşacaktım. Ücretsiz dağıtılan gazetede cenaze bürosu ve vibratör reklamları beni şaşırtıp, gülümsetiyordu. Bir vatandaş Avrupa Birliği’nin İsveç’ten salata ithaline kısıtlama getirmesine karşılık tepkisini paylaşıyordu. Yeni yıl için Dari, Somali ve Tigrinja dillerinden çevirmenlik eğitimi kursları planlanıyordu.
Yaz ortasında Onur Yürüyüşü’nü yarım milyon kişi izledi, başbakan da oradaydı. O günün akşamında hafif bir yağmur yağmış, gökkuşağı belirmişti. Bazı şeyler yaşamda tesadüf değil dedirten özel bir andı. Ağustos nispeten yağışlı geçti ve havalar serinlemeye başladı. ‘Gece maratonu’ denilen koşuda akşam 10’da 10 kilometre kadar koştu Stockholmlüler. Bir ara Uppsala’daki İsveçli arkadaşımla haberleştim. O da 2018 yazında kendini mutlu hissettiği yerde, İstanbul’daydı.
Stockholm’de, günlerin yavaş akışında detayları izlemeyi seviyorum. Şimdi, kış ortasında bu içsel canlılığım devam ediyor. Sıradanlaşmanın da uzun vadede bir tarzı, esprisi olmalı.
Dün ormanın yakınındaki klinikte, toplantı odasından ağır ağır yağan karı izledim. Çam ağaçları beyaza bürününce gri tonlarına yaklaşan manzara aydınlıktı. Usulca önümdeki notlarla ilgilendim. Bu yaz bulunmam gereken kafeyi biliyorum. Kent merkezinin güneyinde, kaldırımın kenarında kahvemi içerken, sokaktan geçen ve çok değişik tarzlara sahip insanları yine izleyeceğim. Biraz da insanoğlunun kendini ifade etme biçimi üzerine düşüneceğim.