Geçtiğimiz günlerde İsrail biyo-teknoloji firması Accelerated Evolution Biotechnologies (AEBi), dünyadaki en büyük ikinci ölüm nedeni olan kanser tedavisinde devrim niteliği taşıyan bir gelişmeyi duyurdu. Firmanın, yapılan testlerde, farelere insanlarda görülen kanser hücreler yerleştirildiği ve ilacın hayvanlardaki sağlıklı hücreleri etkilemeden kanser hücrelerini ortadan kaldırmayı başardığı söylendi. Açıklamaya göre üretilen ilaç, kanser hücrelerine amino asit zincirlerini içeren bileşikler ile aynı anda saldırıyor ve tedavi yelpazesinin genişliği de bu çok yönlü saldırı sayesinde gerçekleşiyor. Firmanın verdiği bilgiye göre tedavinin adı MuTaTo (multi target toxin -çok hedefli toksin- ‘in kısaltılmış hali) ve korkulduğu gibi tedavi, yalnızca maddi durumu yeterli olan kişilere de hitap etmeyecek.
Ancak araştırmanın henüz prestijli bilim dergilerinde yayınlanmamış olması, insanlar üzerinde kesin sonuç vermemesi ve hem tüm kanser türlerine hitap edecek kadar geniş etki alanı olduğu söylenip, hem de tedavinin kişisel olacağının açıklanması gibi sebeplerden ötürü umut verici gelişmenin basına sızmasını büyük bir hata olarak değerlendirenler mevcut. Yine de kanserli doku alınsa bile ilerleyen safhalarda metastaz yapan, immün sistemi çökerten ve hayati organlara saldıran kanser hücrelerini düşünecek olduğumuzda yararlı hücreleri tanıyarak yalnızca zararlı hücrelere saldıran bir ilaç geliştirilmiş olması büyük bir ilerleme.
Ne yazık ki gerçekdışı ve antisemit söylemler üzerine kurulan basına –özellikle de internet üzerinden yayınlanan haberlere ve köşe yazılarına- baktığımızda sonu gelmeyen mantık dışı komplo teorilerine sırtını yaslamış birçok iddia görmek mümkün. Bunların başında ufacık çocukları bile hayattan koparan kanserin neden İsrail’de yaygın olmadığı geliyor… İsrail’de yaşayanlar da insan olduğu için ne yazık ki orada da kanser var, ki yakın zamanda dünyaca ünlü yazar Amos Oz’un ölümü de kanser nedeniyleydi. Ancak burada boş konuşmaktansa sorulması gereken soru, neden devrim niteliği taşıyan atılımların ve buluşların birçoğunun bu ülkede gerçekleştiği olmalı…
Elde edilen bu başarı şüphesiz ki tesadüf değil. 1948’de İsrail’in kurulmasından önce, yani 20. yüzyılın başlarında da bu bölgeye baktığımızda komün halinde yaşayan Yahudilerin ilk yaptığı iş bataklık olarak görülen verimsiz toprakları ıslah etmeleri ve öncelikle sıtma gibi birçok hastalığı bölge genelinde tamamıyla ortadan kaldırmaları yatmaktadır. Toprağı ıslah eden Yahudilerin bir sonraki hedefi ise birim alanda en fazla ürün almayı amaçlamalarıdır.
Günümüzde damlama sulamayı bulan İsrail’in kanser ile ilgili buluşu da gerçekleştirmesi tesadüf değil. Tarımsal gelişmelerin dünyanın başa çıkamadığı ölümcül bir hastalıkla ne ilgisi var diye sorabilirsiniz. Ar-Ge ilk olarak tarımsal üretimin modernleşmesiyle İsrail’de başladı. Düşünün ki doğal kaynakları olmayan, o dönemde çevresindeki hiçbir ülkeyle ticaret yapamayan içme suyu kaynakları son derece kısıtlı olan bir ülke kendi Ar-Ge’sini yaratarak bilime ve teknolojiye yatırım yaptı. Geçen yıllarda kaleme aldığım İsrail üniversiteleri başlıklı yazıda da değindiğim gibi aslında kanser konusunda bulunan yeni teknoloji İsrail’in dünyaca ünlü araştırma enstitülerinden Weismann Bilim Enstitüsü tarafından yapılmıştır.
Sanılanın aksine kanser konusunda çalışmalar yapan laboratuvar İsrail’in en güney şehirlerinden Beer Şeva yakınlarında bulunuyor. Bu toprakların Gazze şeridine kuş uçuşu olarak uzaklığı çok da fazla değil. Ancak kimilerine göre terörün bu topraklarda yaşanıyor olması dünyayı sarsan bilimsel gelişmelerin ve teknolojik buluşların burada olmamasına engel olmuyor. Öyle bir ülke düşünün ki, yatırımını bilim ve teknoloji alanında yapsın, bilişim sektörünü yönlendirsin… Bu konuda verebileceğim en güncel örnek de dünyada hemen hemen bütün diz üstü bilgisayarların işlemcisini üreten İntel’in en büyük yatırımını yine İsrail’de yapmış olması… Bir başka örnek de yine dünyada en yüksek okuma yazma oranının bu ülkede olmasıdır. Zorunlu askerlik hizmetini tamamlayan gençler bize göre çok ileri sayılan otuzlu yaşların başında yüksek lisansa, kırklı yaşlarının başında da doktora yapmaktadırlar. Eğitime öğretime, üretime ve teknolojik ilerlemeye bu kadar önem veren bir ülkenin kanser konusunda geldiği nokta kimseyi şaşırtmamalı.