Nörolog ve psikanalist Ernest Jones, tanıştıkları 1908 yılından itibaren Sigmund Freud’un yakın dostu ve resmi biyografisinin yazarı olmuştur. Psikanalizin uluslararası gelişiminde önemli roller almış olan Jones, ‘Freud, Hayatı ve Eserleri’ adı biyografik kitabı 1953 yılında yayınladı. Jones bu kitabı hazırlarken yanlı bir tutum sergilediği yönünde eleştiri topladıysa da, kitap psikanalizin kurucusu Freud’u tanımak adına ilk başvuru kaynakları arasındadır.
Freud’un biyografisini ve çalışmalarının genel kapsamını anlatan Jones’un kitabını 2004 yılında, Türkçe yayınlandığında almıştım. On dört yıl aradan sonra da ilgiyle okudum. Okuma sürecinde aldığım ilginç notlardan bazılarını paylaşmak isterim.
Yedi lisan bilen Freud, tıp okumak ve hekim olmak konusunda hiçbir zaman tam gönüllü olmamış, politikaya ve dünya meselelerine ortalama bir insan daha fazla ilgi göstermemiş. Buna karşılık sinir dokularının incelenmesi ve kokainin klinik kullanımında öncü çalışmaları yürütmüş. 19. yüzyılın sonralarında kokainin yararlarına dair gözlemleri sonucunda bu zararlı maddeyi kız kardeşlerine, nişanlısına, arkadaşlarına ve meslektaşlarına da yollamış. Zaman, bilimsel çabaların meyvesini de zehrini de açığa çıkıyor. Freud da 30 yaşından sonra psikiyatrideki çalışmalarına ağırlık vermiş.
Freud, eşi Martha ile 4 yıl 3 ay nişanlı kalmış. Bu sürenin 3 yılı boyunca ayrıymışlar. Freud nişanlısına 900’den fazla mektup yazmış. Aralarında Adler, Rank, Ferenczi, Jung, Stekel, Jones, Zweig, Einstein’ın da bulunduğu meslektaşları ve dostlarına yazdığı mektup sayısı binlerce... Marta ile birbirlerine genellikle her gün yazarlarmış; arada iki-üç günlük gecikme olursa bu açıklama gerektiren üzücü bir olaymış. Bu satırları okurken günümüzdeki iletişimin kalitesini düşündüm. Kimi zaman bir telefonun mesajının önemsenip cevaplanmadığı günlere gelmişiz. Freud, Almancayı kullanmadaki ustalığı nedeniyle 1930’da Goethe Edebiyat Ödülü’ne layık görülmüş.
Freud, bir mektubunda sanatçı ve bilim adamı arasındaki farkı esprili bir dille anlatıyor: “Sanırım sanatçılar ile bilimsel çalışmaların ayrıntılarıyla uğraşanlar arasında genel bir düşmanlık var. Bizler onların, kendi sanatları aracılığıyla tüm kadın kalplerini kolaylıkla açan bir maymuncukları olduğunu biliyoruz, oysa biz kilidin garip tasarımı karşısında umutsuzca duruyor ve önce buna uygun bir anahtar bulmak için kendimize işkence ediyoruz.”
Antisemitizm Freud’u da etkilemiş. Profesörlük kadrosunun ona verilmesi birkaç yıl geciktirilmiş. Psikanalizin bir ‘Yahudi ulusal olayı’ olarak yorumlanmasından onu kurtaran şey İsviçre’de Jung’un katkılarıydı. Hitler’in iktidara gelmesi ve 1933 yılında Freud’un kitaplarının Berlin sokaklarında yakılmasına rağmen, Freud Yahudilerin Avrupa’da tehlike yaşayacaklarına kanaat getirmek istememiş. Yaşamının sonuna dek Viyana’da kalma arzusundaydı. Avusturya’nın Almanya ile birleşmesinden sonra Freud ve yakın çevresinin İngiltere’ye taşınmasında Jones imkânları seferber edecek, dönemin ABD Başkanı Roosevelt sürece müdahil olacaktı. Londra’da duygularını “Kurtulduğum hapishaneyi her zaman çok sevdiğim için serbest kalmanın zafer duygusu çok güçlü bir biçimde yas ile karışıyor” şeklinde özetleyecekti. Çok hazindir ki, yaşlı dört kız kardeşi Rosa Graf, Doli Freud, Marie Freud ve Paula Winternitz toplama kamplarında yakıldılar.
Freud’a 75. yaş gününde enfes bir Yunan vazosu hediye edilmiş. Freud teşekkür mektubunda “İnsanın bunu mezara götürememesi çok kötü” diye yazar. Kader bu ya, vefatından sonra yakılan bedeninin ardından kalan küller, bu vazoda dinlenmektedir.