Karanlık İfşa Eder

Dalia MAYA Köşe Yazısı
27 Şubat 2019 Çarşamba

Karanlıktayım. Zifiri karanlık bir salonda... Öyle böyle bir karanlık değil. Daha önce ben deneyimledim ama sizler için söylüyorum, hiçbir şey görmediğiniz bir salon. Işık veren her şey telefonlarımız, saatlerimiz önceden alınmış zaten bizden 50 kadar kadın bu zifiri karanlık odada sıra sıra oturtulmuşuz. Göz ışık arıyor. Işık yok! Ses var, koku var, enerjiler var: çekinenler, heyecanlı olanlar, merak edenler... Işık yok.

Karanlık ifşa eder. Renkleri sildirir belki ama daha önce farkında bile olmadığınız binlerce yeni rengi dahil eder hayatınıza. Biz görmeye alışık değiliz; oysa ışık karanlığın içinde yepyeni anlamlar kazanır.

50 kadar el sıktım Sevgililer Günü gecesi oturduğum yerden hiç kalkmadan.  Tenkap’ın kurucusu, ilişkiler üzerine çalışan ve ‘Ortalıkta Düzgün Erkek Var’ isimli kitabını nisan ayında yayınlanacak olan Yunus Sezener’in Sevgililer Gününde organize ettiği ‘Karanlıkta Tanışma’ etkinliğindeyim. Dolayısıyla 50 kadar erkeğin elini sıktım. 1 dakikalık süre içinde tanıştık. Bir dakika çok kısa diyeceksiniz, biliyorum. Ancak o bir dakikaya ne kadar çok şey sığıyormuş meğer. İnanılmaz!

Her el farklı. Her insan gibi. Her elde yeni bir soru. Ama önce merhaba. Her gelen erkeğe merhaba derken zifiri karanlıkta yeni bir duyuya da merhaba diyorsunuz. Her el farklı. Kimi tombul ve sıcak, ruhu ile de sarar mı sevdiklerini acaba? Kimi kemikli. Kimi iki eliyle sımsıkı tutuyor elinizi, sarılıyor neredeyse. Kimi hemen kaçırıyor elini merhabanın ardından. Her soru farklı; çok sıradan ama aynı zamanda çok özel. Her soruda -zaten yarım dakikadan az vaktiniz var- düşünmeden aklınıza ilk düşen cevabı veriyorsunuz, bazan ciddi, bazan esprili. Kendinizden bir parça açık etmiş oluyorsunuz. Erkekler bu anlamda biraz daha şanslı. Çünkü kadınların ardından cevap veriyorlar.

Her el farklı. Her ses farklı. Her duruş, her dokunuş... Hiçbir şey görmediğiniz bu yerde biz kadınlar sıra sıra yan yana oturmuşken, karşımızdaki sırada oturmuş erkekler her soruda bir yan sandalyeye kayıyor. Karşınıza gelen her erkeğin oturuşu farklı. Enerjisi farklı. Kimi kahkahalarla geçip oturuyor karşınıza. Kimi hayalet gibi sakin, dayanamayıp soruyorum “bir erkeğim var mı bu soruda?” Her geçiş, yaşama karşı bir duruş aynı zamanda. Hem eğleniyor hem deneyimliyoruz. Burada, gündelik ve özellikle de görsel yaşamda önem verdiğiniz daha doğrusu önem verdiğinizi zannettiğiniz hiç bir şey önemli değil. Ne iş yaptığı, geliri, tipi... Endamlı mı? Yoksa tombiş? Gözlerinin rengi, saçı... Ya da ne giydiği? Önemli değil. Buna karşılık doğamızda olan ama medeniyet ilerledikçe terk ettiğimiz duyular ön planda... Koku önemli mesela... Gözleri nasıl bakıyor acaba? Ses önemli... Bu kalabalık, karanlık ve sıkışık ortamda karşındakini duyabilmek için ona yaklaşıp nefesini hissetmek önemli. Kimi geliyor bir cümle atıyor ortaya, havada asılı kalıyor sözü. Kimi geçip gidiyor cevabına rağmen sessiz. Kimi coşkun; “Bu kişiyi bulmalıyım illa ki aydınlığa çıkınca” diyorsunuz. Bulmak ya da bulmamak sonraya kalıyor. Cesaret edebilecek misiniz onca kalabalığın arasında ismini sormaya önüne gelene ona ulaşabilmek için? Yoksa bırakıp gidecek misiniz sönsün bir kibrit alevi misali karanlıkta içinizi aydınlatan bu ruhu? Görüntünün olmadığı noktada sınırları yeniden çizmek ya da daha doğrusu yıllarca kendinize diktiğiniz duvarları indirip karanlığın yeni farkındalıklara ışık olmasını deneyimlemek; dönüştürücü.

Tıpkı Theodoros Roethke’nin şiirinde en güzel dizelerle dile getirdiği gibi:

“Karanlık bir vakitte göz görmeye başlar / Koyulaşan gölgede gölgemle karşılaşırım; / Yankılayan ormanda yankımı duyarım / Tabiat tanrısı ağlıyor bir ağaca. / Yaşarım bir balıkçılla çalıkuşunun, / Dağ hayvanlarıyla mağaradaki yılanların arasında.
Nedir ki delilik asaletinden başka ruhun / Durumla uyuşmazlık gösteren? Gün alev almış! / Saf bir kederin saflığını bilirim, / Gölgem terleyen bir duvara mıhlanmış. / Kayalar arasındaki şu yer- bir mağara mı, / Yoksa kıvrılan bir patika mı? Tek sahip olduğum kenar, / Bağdaşıklıkların istikrarlı fırtınası! / Kuşlarla akan bir gece, paçavralar içinde ay, / e sen gece yarısı, güpegündüz gel yeniden! / Bir adam gider uzaklara bulmak için ne olduğunu / Benliğin ölümü uzun gözyaşlarından arınmış bir akşamda, / Bütün doğal şekiller doğal olmayan bir ışık saçmakta.
Karanlık, karanlık ışığım, daha da karanlık arzum. / Ruhum, sıcağın çılgına çevirdiği bir sinek, / Vızıldar durur eşikte. Hangi ben, ben? / Düşmüş bir adam, tırmanıyorum korkumdan dışarı, / Zihin giriyor kendisinin içine, Ve tanrı zihine, / Ve bir Bir’dir, özgürdür yırtıcı rüzgarın içinde” 

www.salom.com.tr/arsiv/haber-93146-ben_de_buradayim_.html