Aslında bu yazıyı geçen ay kaleme almayı planlıyordum, fakat İsrail’in kanser için umut verici gelişmelerin yaşandığının haberi heyecan verici olduğundan farklı bir başlık açtım. Bir de tabii insan kendi kendini, “Nasılsa böyle olaylar hep olur, sonra ortalık durulur” diye avutuyor, fakat gün geçtikçe kötü haberlerin art arda gelmesi ister istemez karamsar bir ruh halinin doğmasına neden oluyor. Farkındayım, hemen her zaman Şalom Gazetesi’nde de böyle haberler görmeye neredeyse alıştık, ancak belki en korkutucu olan da ‘alıştık’ kelimesi…
Gazetenin okuyucu kitlesinin dışında kalan devasa bir grup her ne kadar bu tür olayları bilmiyor olsa da antisemitizm her geçen gün hız kazanmaya devam ediyor. Belki de bu ülke –ve daha birçok ülke- için haber değeri taşımıyor olsa da tehlike çanlarının çaldığı aşikâr. Yakın zamana kadar bu konuda önemli bir rapor da okumuştum; yanlış hatırlamıyorsam Pittsburgh’daki saldırının ardından yayınlanan raporda, antisemitizmin görmeden gelindiği, çünkü saldırıların çok fazla yaygınlaştığı ve bu olayların haber değeri taşımadığı belirtilmişti. İşte ‘alışma’nın en korkutucu tarafı da burada başlıyor. Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, gündeme alınmayan bir olay hiç olmamış, hiç yaşanmamış varsayılıyor. İsrail Diaspora Bakanlığının 2018 yılında 113 sayfa olarak yayınladığı küresel antisemitizm raporunda geçen yıl Yahudilere karşı işlenen cinayetlerin ve saldırıların son yılların en çok artış gösteren olayları olduğunu kaydetmişti.
Şubat ayını geride bıraktığımız günler içerisinde antisemitizmin had safhaya ulaştığı Fransa’da ‘Ça Suffit! /Yeter Artık!’ adı altında düzenlenen protesto yürüyüşlerinde sadece Paris’te ortalama yirmi bin kişi fiziksel ve sözel saldırılara dur ihtarı için toplandı. Ortak vicdana seslenen yürüyüşler sevindirici bir haber olsa da daha bunun tadını çıkarmadan dünyanın farklı yerlerinden gelen haberler yine korkuyu beraberinde getirdi. Arjantin’de yedi kişi olarak belirlenen saldırganların Arjantin Yahudi Cemaati baş hahamının evine girip Rav Davidov ve eşini öldüresiye dövmesi yüzünden iki kurbanın halen ağır yaralı olarak tedavi görmelerinin yanında, New York’ta ufacık bir çocuğun okuduğu okulun bahçesine gamalı haç çizince tutuklanması, işin vardığı boyutları anlamak açısından büyük ipuçları sunuyor.
Başta Avrupa ve Amerika’da alarm sinyalleri verilmeye başlandı. Peki, bizde durum nasıl? Şüphesiz ki ülke gündeminin ilgilendiği çok daha farklı konular varken doğal karşılanan (!) nefret söylemleri için kimsenin bir şey yaptığını şahsen ben göremedim. Fransa’yı ‘yeter artık’ demek için ayağa kaldıran Sarı Yelekliler’in protestosunda bir grubun Yahudi düşünür Alain Finkielkraut’a antisemit saldırıda bulunması olayı, bizde doğalgaz zammı yüzünden sosyal medyada gösterilen ‘Fırında Yahudi mi yaktık, bu nasıl fatura!’ söylemleri veya Ay’a uzay aracını başarılı şekilde gönderen İsrail için ulusal basında gayet yüzsüz biçimde ‘Terörist İsrail uzaya mekik yolladı’, ‘Şaka Gibi Olay! Filistin’e dünyayı zindan eden İsrail Ay’a mekik gönderdi’ gibi haberlerin hiçbiri en ufak bir kıpırdanma yaratmadı bile.
Fiziksel şiddetin olmaması, şiddetin olmadığı anlamına gelmiyor. Nerede ve hangi ırkta, dinde, dilde olursa olsun farklı bir coğrafyada hiçbir bireyin korkuyla yaşamaması gerekiyor. Fiziksel şiddetin ilk basamağı olan nefret söyleminin önüne geçebilmek için STK’ların, aydınların, bilim insanlarının ve aynı Fransa’daki gibi vicdani görevini yerine getirenlerin birleşmesi ve kanuni yaptırımların artırılması yönündeki çalışmaları acilen yapması şart. Şüphesiz ki, bilinç seviyesinin yükselmesi ve dünyadaki seslerin artmasıyla birçok olumsuzluğun önüne geçmek de mümkün…