Mısır’da Sünni İslam’ın başlıca referans merkezi olarak görülen El Ezher Üniversitesinin Rektörü Şeyh Ahmed El Tayyib, evliliklerde çokeşliliğin “kadınlar ve çocuklar için adaletsizlik yaratabildiği” uyarısında bulunmuş. Şeyh El Tayyib, çok eşliliğin genelde «Kuran›ın yanlış yorumlanmasından» kaynaklandığını söylemiş ve “Evliliğin çokeşli olması gerektiğini söyleyenlerin hepsi yanılıyor. Tek eşlilik kural, çokeşlilik ise istisnadır” demiş. Mısırlı ünlü İslam âliminin sözlerine şapka çıkarıyorum; sonunda işin doğru yorumunu yapan ehil bir âlim çıktı. Dostlar ya da akrabalarla geçirilen tüm neşeli akşamların ileri saat konusu bu geyiktir; ‘Osmanlı’da birden fazla eş alınabilirdi’ şakası. Ama işin aslından Allah’ın kulu haberdar değil maalesef. Olmayan şeyleri gerçekmiş gibi varsaymak, tarihi eğip bükerek, oryantalist söylemlere saplanmak bazılarımızın işine geliyor.
Tarihini dizilerden öğrenerek, hayretten hayrete düşen bir toplumuz vesselam. Osmanlı Sarayı dizileri, Harem dolusu kadınla ne yapacağını bilemeyen haremağaları, kalfa kadınlar, gözdeler, ikballerin entrikalarıyla dolup taşıyor bir taraftan da toplumumuz mesela ‘kardeş katline’ de asla akıl erdiremiyor. E tabii bugünün dünyasından bakınca akıl sır erdirilemez, ‘zamanın ruhuna’ girmek lazım o da dizi seyrederek olmuyor, okumak şart… Anlat anlat bitmez. E tabiidir haremdeki kadınlar sürüsünü sınıflandırmak lazımdır deyu Osmanlı Sarayı her birine isimler vermiş. Bu işin öte yanında ise Saray’daki düzeni sıradan evlerin de düzeni zanneden yurdum erkeğinin ‘çokeşlilik’ konusunda geleneksel ayarlarına geri dönmek arzusu hiç ama hiç bitmez ama Osmanoğulları hanedan ailesidir, sıradan bir Osmanlı ailesi değil! Bu yazacaklarım bazılarını pek de memnun etmeyecek ama bu tip çokeşlilik konusu Osmanlı dedelerimizce yasaklanmasa da, pek ‘hoş’ karşılanmaz. Bu devirde ancak iki yakası bir araya gelen erkekler için Mars’ta marul yetiştirmek kadar zor görünen bu çoktan eş seçmeli evler malumunuz o devirde de mümkün değildi. Para yok pul yok bir de ‘Gül üstüne gül koklamak’ hiç mümkün değildi. Büyük şehirlerde geçinmek zaten zor ama Anadolu’da daha kolay olurdu herhalde diye düşündüğümüz bu durum Anadolu’da hoş karşılanmazdı. Sadece Osmanlı’nın kuruluş evresinde bu tür evlilikler yaygındı çünkü savaşlarda kadınlar eşlerini kaybetmiş, yalnız ve kimsesiz kalmışlardı. Orta dönemlerde örneğin 1670-1698 yılları arasını ele alan ve tereke defterlerinden yani bir adamın öldüğünde malının kime ne şekilde paylaştırılacağının hesabının tutulduğu defterlerde görüldüğü üzere, çokeşlilik zengin erkeklerden çok yoksulların tercihidir. Hani her evi Osmanlı Sarayı zanneden değerli halkımıza bu bilgiyi de sunmaktan gurur duyuyorum. Ancak klasik dönem Osmanlı Sarayı’nın da çağdaşlarından çok daha mütevazı olduğu söylemeden geçemeyeceğim ama bu bir başka yazının da konusu. Üstelik bizim Osmanlı dedelerimizin de öyle sultanlar gibi farklı dinlerden kadınlarla yaptıkları evlilikler de yaygın değildir ve zaten de hoş karşılanamaz. Ancak geçici sürelerle yapılan görevlendirmeler nedeniyle örneğin Eflak, Boğdan’da yaşayan bazı yöneticiler bu tür evlilikler yapmışlardı. Üstelik bir başka konu da bugün Türkiye’de hemen her çiftin olmazsa olmazı sayılan ‘resmi nikah’ın Osmanlı dedelerimiz zamanında da kadıya tescil ettirilmesidir. O devrin resmi nikâhı ‘kadı nikahı’dır. Kadınların bugünün Türkiye’sinde kendi soyadlarını kullanmaları da ciddi bir geleneğimizdir, çünkü kadınlar resmi kayıtlarda babalarının adıyla anılırlar.
Haim Gerber, Bursa üstüne 17. yüzyılda yaptığı araştırmasında çokeşli erkeklerin sayısını yüzde beş olarak ifade ediyor. Cem Behar’ın mahalle üzerine yaptığı araştırmalarda görünen o ki çokeşlilik 1885 ile 1906 arasında yüzde iki buçuk. Sandığımızın tam aksine bizim dedeler evi kadınlarla doldurmaya hiç meraklı değil. Yine Kınalızade Ali Çelebi’in Ahlak-ı Alai adlı eserindeyse poligami ahlaksızlık ve savurganlık sayılmakla birlikte; ‘aklı başında adam cariye yerine özgür kadınla evlenir’ görüşü hakim. Beyler, işte bakın dedelerimiz size sesleniyor, onların sesini duyun. İttihatçiler’in yaptırdıkları Hukuku Aile Kararnamesi’nde kuma getiren erkeğin, karısı tarafından boşanabilme hakkı doğuyor.
Bütün bunları neden mi yazdım? Erkeklerimiz bu sevdadan vazgeçsinler ve eşlerine daha çok sarılsınlar diye. Yani o polemik üretmeye meraklı, tarihi yanlışlaştıran, eğip bükerek hangi dönem işine yarıyorsa ‘seç beğen al’cı yaklaşımlar da beni kızdırıyor. Nereyi geleneğimiz olarak kabul edelim? Hani o ‘kadın, anne, hükümdar’ üçlemeli Orta Asya’daki dedelerimizi mi, Selçuklu’yu mu, Osmanlı Sarayı’nı mı? Evliliğe, evlilik içindeki kadına nasıl bir anlam yükleyelim? Koskoca bir imparatorluk geçmişini fırlatıp atmış, geçmişine küs, tarihinden habersiz, tutarsız, köksüz ve bu yüzden de bir türlü kendisiyle hesaplaşamayan, hesapların sonunda memnun kalmayacağını hisseden bu toplum kendini nasıl yorumlamalı? Cem Yılmaz’ın o meşhur repliği geliyor aklıma: “Ne vereyim ağabeyime?”