Her müzisyen hisseder çaldığını. O, yaşıyor; çaldığı enstrümanla bir oluyor; bütünleşiyor. Sanki bütün bedeni enstrümanın bir parçası! Çaldıkça müzikle birlikte yükseliyor; düşüyor; coşuyor; hiddetleniyor. Müziğin kendisi oluyor. Bütün bedeniyle duyuyor. Ama bizim gibi duymuyor!
Duyularımıza ne kadar bağlıyız? Ne kadar bağımlıyız onlara?
Onlar olmadan beynimiz başka bir yoldan hissedebiliyor mu? Bedeninizle duyabilir misiniz mesela, kulaklıklarınız duymuyorsa? Ya da kulaklarımızla görmek nasıl olurdu?
Kısmet bu ya, geçtiğimiz ay iki ayrı duyunun yokluğu ile ilgili birer deneyim yaşadım. Önceki karanlık deneyimiydi yaşadığım ve bir önceki yazımla sizlerle paylaştığım. Bu sefer, ben deneyimlenmedim ama izledim. BİFO’nun Kamran İnce’ye sipariş ettiği konçertonun dünya prömiyeri konserinde Dame Evelyn Glennie’yi izledim. Amacı insanlığa dinlemeyi öğretmek ve ilham vermek olan bir sanatçı Dame Evelyn Glennie. “Aslında çok basit ama bir o kadar da büyük bir iş” diyordu Ted konuşmasında. Çünkü bir müzisyenin notalarda okuduğunu aynen uygulaması yeterli değildi. Tam tersine sıra dışı bir sanatçı olmanın yolu, notalarda olmayan her şeyi denemesi anlamına geliyordu. “Bir öğretmenden öğrenmeye sıra gelmeyen her şeyi. Enstrümanınızla birlikte olmadığınız zamanlarda fark ettiğiniz şeyler aslında o kadar ilgi çekici olmaya başlıyorlar ki, enstrümanınız aracılığıyla onları keşfetmek istiyorsunuz.” Yorum burada sanatçının farkını yaratıyor. “O yüzden dinlemek, önce de kendini dinlemek gerekir. Bir perküsyon sanatçısı olarak bagetlerimi ne kadar sıkı tutarsam o kadar enstrümanımdan uzaklaşmış oluyorum. Oysa onları tutan olmadığımı, aslında bir destek sistemi olduğumu hatırlarsam daha az çabayla daha dinamik bir eser ortaya çıkarmış oluyorum ve nihayet enstrümanımla bütünleşiyorum.”
12 yaşında perküsyon çalmaya başladığında öğretmeninin ilk sorusu: “Nasıl yapacaksın? Müzik dinlemekle ilgilidir. Sen nasıl yapacaksın? Bizler kulaklarımızla işitiyoruz” oluyor. Çünkü o, piyano eğitimi alırken, daha henüz 8 yaşında, işitme yetisini kaybetmişti. Ancak, “Haklısınız” demişti, “Fakat ben, ellerim, kollarım, yanaklarım, kafa derim, midem, göğsüm, bacaklarım ve diğer organlarım aracılığıyla da duyuyorum. Çünkü bedeninizi vibrasyonları hissetmeye açtığınız anda en ufak farklılıkları dahi işitmeye başlıyorsunuz.”
Tıpkı yaşam gibi, değil mi? Yaşamda da insan kurallara, kendi sınırlarına ne kadar sıkı sıkıya bağlı kalırsa kendisinden de yaşam anlarından da o kadar uzaklaşmış oluyor. Oysa kendisini olana ve yaşadıklarına açtığında yaşamın içinde akmaya başlıyor.
O, yıllar sonra İngiliz Kraliyet Akademisine başvurduğunda sağır olduğu için kabul edilmeyen Evelyn Glennie idi. “Bunu kabul edemezdim. Çünkü işitmediğim gerekçesiyle yapabildiklerimi, yapabileceklerimi, müzik yaratabilme becerilerimi, müziğe aşkımı kısıtlamaları halinde seçmelerde kabul ettikleri diğerleri hakkında çok daha detaylı düşünmeleri gerekecekti.” İki odisyon ve tartışmalar sonrası Akademi onu kabul etmekle kalmamış, aynı zamanda İngiltere’deki tüm müzik okullarının eğitime bakışının da değişmesi gerekmişti. Hiç bir başvuruyu sanatçının fiziksel engelini bahane ederek red etme hakları kalmamıştı artık. Seçim sadece kişinin müzikal yeteneğine göre yapılacaktı. Evelyn Glennie’yi İngiliz Kraliyeti yıllar sonra Dame unvanı ile taçlandıracaktı.
Dünyanın böyle insanlara ihtiyacı var. Dünyaya farklı açılardan bakabilen, yanlış algıları değiştirmek üzere hakkını arayabilen, sözünü geçirebilen ve evet, sınırları aşan insanlara... Çünkü sınırlar bizleri kendi bildiklerimizin içinde hapseden zincirlerdir aslında ve o zincirleri kırdıkça, sınırları aştıkça bir bilinmezler okyanusunun keyfine varıyor insan.
Meraklısına not: * Dame Evelyn Glennie, dünyanın en önemli bestecilerinin adına ithaf ettiği 170’den fazla yapıt ve 30’un üzerinde solo kaydı bulunan dünyanın yegane solo perküsyon sanatçısı. Üç Grammy Ödülü sahibi ve Bafta adayı bir deha.
* Dame Evelyn Glennie’nin Ted konuşmasını linkten izleyebilirsiniz. https://www.youtube.com/watch?v=IU3V6zNER4g