Tora’nın yoluna girmeyi düşünen ve bütün Tora’yı tek ayağının üstünde dururken öğrenmek isteyen bir kişi hakkında ünlü bir öykü vardır. Büyük Tora bilgini Hillel o kişiye, “Hangi ayağınızın üstünde?” diye sormak yerine Tora’yı, o çok bilinen cümleyle özetlemiştir: “Sana yapılmasını istemediğini başkalarına yapma.” Bu söz bizlere akranımızı kendimiz gibi sevmemizi öğretir.
Geçtiğimiz cuma gününe bir felaket haberi ile uyandık. Brenton Tarrant adlı cani terörist Yeni Zelanda’nın Christchurch kentinde cuma namazını kılan savunmasız insanların üzerine ateş açarak 50 canı acımasızca katletmişti. Bizler bir yandan ölenlere rahmet, yaralılara acil şifa dilerken, toplum yönetimimiz de bizleri temsilen taziye mesajları yayınlayıp, kutsal Şabat günü sinagoglarımızda yaralılara şifa ve ölenlere rahmet duası okunması kararı alarak bu İslamofobik saldırıyı en ağır şekilde kınamıştı.
Nitekim vicdanı olan her insan gibi farklı inanç gruplarının temsilcileri de yayınladıkları bildirilerle bu terör saldırısını en ağır dille ve ama’sız olarak lanetledi. Bir yandan teröristin ülkemizin toprak bütünlüğünü ve yöneticilerini de hedef alan ırkçı manifestosu, diğer yandan Yeni Zelanda Başbakanı’nın tüm içtenliğiyle kurbanların yakınlarına yaptığı başsağlığı ziyareti iyiliğin kötülükle olan bitmeyecek mücadelesini bizlere anımsatıyor. Peki, bundan sonra bizlere bu acıdan ders çıkarabilmek için hiçbir görev düşmüyor mu?
Ülkemizde malum birileri acıları yarıştırmaktan, her fırsatta acıyı nefret sosuyla aşılamaktan hiç geri kalmıyor. Kimisi vakit kaybetmeden terörün ‘dinini’ belirlemeye çalışırken, Haçlı-Yahudi-Siyonist sıfatları ile olayı farklı siyasal sorunlarla bağlama çabası ve ucu bucağı olmayan komplo saçmalıkları ile beyinler yıkanıyor. Misvak adı ile yayınlanan sözde mizah dergisinde 18 Mart Çanakkale Zaferi ve Seyit Onbaşı’ya atıf yapılarak, “Önce içimizdeki gavurları halledeyim, diğer taraf kolay” sözleriyle küstahça nefret yayılabiliyor. Vicdanı olan siyasilerimizin ses vermesi biraz olsun umut verirken, bu tip durumların cezasız kalması hepimizi düşündürüyor. Bu ülkede ceza mekanizmalarının devreye girebilmesi için ille de yeni bedeller ödenmesi mi bekleniyor? Yine 18 Mart Çanakkale Zaferi’nden söz edilirken sosyal medyada AK Parti İstanbul Milletvekili Markar Esayan’a birilerinin “Çanakkale’de ölen gayrimüslimler ‘şehit’ değildir!” tartışmasını yapıyor olmaları bile ötekileştirmenin bizi nereye getirdiğinin sonuçları değil mi?
Eline geçen her fırsatta dinime, kutsalıma dil uzatmayı kendine görev bellemiş, içini kötülük bürümüş kardeşim! Unutmayın ki, bizler yaşadığımız onca sıkıntılara rağmen buradayız. Çünkü bu vatanı en az sizler kadar çok seviyoruz! Bu seçimi yaparken ne her geçen kulaklarımızı tıkamayı çalıştığımız cümleleri ne de ailelerimizin geçmişte yaşadıkları acıları unutmadık. Ancak geleceğin nefretle kurulmayacağını çok iyi biliyoruz. Birileri bize “Siz bizden değilsiniz” dedikçe, bizler akranımızı kendimiz gibi sevmeye devam edeceğiz. Hele ki böyle zor zamanlarda kötülüğe inat, nifak tohumlarının ekilmesine fırsat vermeden birbirimize sarılmalı birlik olmalıyız. 6 Eylül 1986’da, 15 Kasım 2003’te Tanrı’ya dua ederken bu acıyı yaşamış olan bizler, geride kalanların yaşadıklarını aynı samimiyetle anlarız. Birlik olmak, bir daha asla demek için asla geç değil, yeter ki buna hep beraber istekli olalım! Böyle acıların bir daha yaşanmaması dileğiyle...