Paranın gözü kör olsun

Hayatın dur durak bilmeyen koşuşturması esnasında insanlığın nereye gittiğine bakmak bile bu koşuşturmanın ne için ve neyin uğruna yapıldığını anlamak için gerekli bir duruş olmalı.

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
27 Mart 2019 Çarşamba

Bu hayatta çoğumuz, soru bile sormadan önümüze konulanı veya konulmasına izin verdiğimizi yemekle meşgulüz.

Hayatı, gerçekten olması gerektiği gibi yaşıyor muyuz’u sormuyoruz. Zira sorduğunuz gün duvara şiddetle çarpan arabanın kaportası gibi benliğimizin ‘yamulacağını’ çok iyi biliyoruz.

Bize öğretilen ulvi değerlerin bir bir çöpe atıldığını gördüğümüz günümüzde, sorgulama yapmanın, başkalarıyla yapılan hayat yarışından sizi geri bıraktıracağını çok iyi biliyorsunuz zira.

“Tek değer para olmuş” türünden hezeyanları her gün duymaya alışmamıza rağmen bu söylemin içeriğindeki gizli isyan bile bizi kendimize getirtemiyor artık. Zira korkuyoruz.

Geride kalmaktan korkuyoruz. Zira kimse geride kalanlara bakmayacak, hep ilerde olanları kabul edecek, yarışı önde götürenleri itibar yağmuruna tutacak. Geride kalanlar ise ya yarıştaki konumunu kabullenerek talihine küsecek, ya durumundan başkalarını sorumlu tutacak ya da tek Tanrı olmakta olan ‘para’nın peşinde, her yolu mubah görerek yarışmaya azimle devam edecek.

Bir trajedidir bu. İnsanın maddiyatçılığın peşinde dumura uğramasının hazin trajik hikâyesidir. Zira bu yarış, önde de bitirseniz son tahlilde kimseyi mutlu etmeyecek. Paranın insanı mutlu etmesi bir yanılsamadan ibarettir zira. Göz yanılsaması değildir bu, zihin yanılsamasıdır. Gözler ‘parlak’ yaşamı görür, lakin o pırıltılı maskelerin altında ne trajediler yaşanmaktadır aslında…

Modern zaman insanının paranın peşinde, kimi değerlerden uzaklaşıp kadim değerlerin içini boşaltması, onun en gayri insani davranış biçimi olmalı. İnsanoğlunu, insan yapan değerlerden uzak, paranın gücüne veya çekiciliğine teslim olarak, çıkarı ön plana koyan yapay, geçici, anlık ve köksüz değerlerin içini doldurduğu bir tür insani ilişkiye giriyor olması herhalde tüm ahlakçı ideolojilerin en son düşüneceği bir ilişki türü olmalı.

Para tarafından özgürlüğü elinden alınan insanoğlu hızla öz benliğinden uzaklaşarak kendine bile yabancılaşır bir konuma teslim oluyor. Artık aklını, zihnini, yüreğini yöneten ne alt benidir ne kendisidir. Tek istikamet vardır gözlerinde bundan böyle: Paranın yolu.

Kendi olmayı reddeden, bunun yerine maddiyatın şekillendirdiği popüler olanla özdeşleşen bir insan ruhu vardır karşımızda artık. Öteki ile olan ilişkileri, artık bu benlik yitimi üzerinden ona sunulan modelin kuralları ve ruhu içinde oluşur. ‘Öteki’lerin çoğu yadırgamaz bu davranış biçimini, zira aynı model onları da esir almıştır.

Bu trajedinin içinde debelenen ve yarışı önde götürdüğü zaman mutlu olduğunu sananımız, örneğin, evrensel kimi değerlerini kaybetmemiş biri tarafından salt hatır sormak için arandığında ilk önce şaşırır, sonra da yarışın dışında kaldığını sandığı ‘öteki’nin doğruyu yaptığını anlamaz bile. Zira onunla temasa geçen herhangi bir ‘ötekinin’ onu mutlaka bir ihtiyaç, bir çıkar için aramış olması yanılsaması benliğini çoktan ele geçirmiştir. Onun için öteki ile tek bir ilişki türü vardır hayatta artık. Menfaat ilişkisidir bunun adı ve insanın dekadansının, çürümüşlüğünün en yalın göstergesidir aslında.

Post modern düşünür Zygmund Bauman, ‘tüketim toplumu’ eleştirisinde, insanlığa dayatılan tüketme, değiştirme ve yenileme alışkanlığına paralel olarak, insan ilişkilerinde de atılmış ürünler gibi, ‘atılmış insanlar’ kategorisinden bahseder. Menfaatinin, parasal bir çıkarının olmadığı insanları hayattan elemek herhalde insanoğlunun işleyeceği en büyük günahlardan biri olmalı.

Bencillik ve menfaatçilik ile özüne yabancılaşan insan, tüketim ve rekabetin esareti  altında ötekinin kaybını kendisinin kazancı olarak görür. Bencilleşen tüketim insanı, diğer ünlü bir modern zamanlar düşünürü olan Jean Baudrillard’ın deyimiyle, tüketimin ona sunduğu bolluk ve refaha sadece kendisi sahip olduğunda zevk; başkalarıyla bölüştüğünde ise acı duyar. Başkalarıyla paylaşmaktan acı duyan bir insanlık, geleceğin ütopyasından çok distopyasının en belirgin kurucu öğesi olsa gerek. Zira bu düşünce tarzı herhangi bir şeye ötekinden daha önce ve daha çok sahiplenilmeyi gerektiriyor. İşte bu da çatışmaların ve savaşların temel nedenini oluşturuyor.

Tüketim toplumunda ve paranın tek değer olarak görüldüğü zamanlarda iyilik, tevazu, mahcubiyet, yardımlaşma, dayanışma, paylaşma, arkadaşlık, yoldaşlık gibi en temel insani erdemlerin yerine, artık sadece sayılardan oluşan bir değerin peşinde gitmektedir insanoğlu.

İnsana, sahip olduğu sayıların büyüklüğüne göre saygınlık ve itibar notu verildiği ve bu yüksek sayıların peşinde, ötekilerin aleyhine acımasızca koştuğu bir dünyada ahlaki erdemlerin hayatta kalması gittikçe zorlaşıyor.

Oscar Wilde’ın deyişiyle, “Her şeyin bedelini bilip de hiçbir şeyin değerini bilmeyenlerin” gemiyi ele geçirdikleri bir dünyada o geminin rotasının nereye doğru yöneleceğini öngörmek mümkün. Yıkım ve felaketi kim ve ne önleyebilecektir?

Boşuna dememişler, “Paranın gözü kör olsun” diye…