İsrail’de ikamet eden veya oraya yolu düşen kimden haber alsak söz dönüp dolaşıp bir şekilde İstanbullu Gelin’in karakterlerinden Faruk (Özcan Deniz), Süreyya (Aslı Enver) ve Esma Hanım’a (İpek Bilgin) geliyor.
Son günlerde, ‘İsrail’de İstanbullu Gelin fırtınası esiyor’, ‘Türk dizileri fırtınası İsrail’i bağımlı hale getirdi’, ‘Komedyen Benny Bruchim isyan etti: Gerçek hayatta Faruk gibi bir karakter yok’ tarzı haberleri sıkça görmek mümkün. Gerçekten de İsrail’de ikamet eden veya oraya yolu düşen kimden haber alsak söz dönüp dolaşıp bir şekilde İstanbullu Gelin’in karakterlerinden Faruk (Özcan Deniz), Süreyya (Aslı Enver) ve Esma Hanım’a (İpek Bilgin) geliyor.
Son birkaç ay çerçevesinde Amerikan Büyükelçiliği Kudüs’e taşındığı, İsrail-Gazze sınırında bitmek bilmeyen protestolar olduğu, Gazze’den atılan füzelerin yaralanmalara ve ölümlere sebep olduğu ve en son Trump’ın Golan Tepeleri üzerinde İsrail’in egemenliğini Amerika’nın resmen tanıdığını ilan etmesini müteakiben Filistin Toprak Günü için sınırda büyük çatışmaların yaşanması sonucu birçok ülkenin İsrail’e tavır alması tansiyonu zaten yükseltmiş durumda. İsrail-Türkiye ilişkileri de tahmin edilebileceği gibi kınama ve gereğini yaparız gibi çıkışlarla bir gerilip bir düzeliyor. Ancak tüm bu olumsuzlukların yanında bir de bakıyoruz ki astronomik rakamlara rağmen Özcan Deniz’in İsrail konserine biletler kısa sürede tükeniyor. Aslı Enver ile birlikte sahne alması planlanan Deniz’in konser haberi öylesine yankı uyandırıyor ki, Rafael Sadi’nin haberine göre bu iki ismin İsrail’e gideceğinin açıklanmasının ardından, Özcan Deniz, ailesine ve kendisine yönelik aldığı tehditler nedeniyle İsrail’de bir televizyon kanalı için yapılması beklenen bir röportajı iptal etmek zorunda kalıyor.
Öyle ki Haaretz Gazetesi’nden gazeteci-yazar Ariana Melamed, yaptığı araştırma sonucunda İstanbullu Gelin için oluşturulan sosyal medya gruplarına girdiğini belirterek kendisini hemen Özcan Deniz’in canlandırdığı Faruk’un resimlerinin basıldığı kupalara, şekerle çizildiği keklere bakarken bulduğunu belirtmiş. Tabii bunun yanında grup üyelerinin Süreyya’nın süveterlerinden nerede bulabileceklerine, internette nereden sipariş edebileceklerine dair bilgileri de aralarında paylaştıklarını sözlerine eklemiş. Ancak sanırım en trajikomik olanı Özcan Deniz ile aynı fotoğraf karesinde olma umuduyla çok sayıda İsraillinin dizinin Beykoz’daki setine akın ettiğini belirten Melamed, dolandırıcıların seti gezdireceğiz diye kişi başı 200 Dolar topladıkları turlar düzenlediklerini, oysa seti gezmenin bedava olduğunu ve oyuncu kadrosunun gelen misafirlere oldukça yakın davrandığını da sözlerine eklemesi...
Diziyi izleyenler bilirler; dillere destan olan baskın, başını asla eğmeyen, dediğim dedik bir annenin himayesi altında üç yetişkin oğlan… Ve tabii onların eşleri, çocukları… Bu da yetmezmiş gibi geçmişte yaşanan ilişkilerden dolayı ailenin çevresinde olan üvey çocuklar… Neredeyse hepsi birlikte, iç içe yaşıyorlar. Aynı konakta yaşamasalar bile iş hayatları nedeniyle hemen her gün yolları kesişiyor. Dizi, bildiğimiz melodram kalıpları eşliğinde ilerliyor, ancak karakter yaratımı oldukça başarılı olmalı ki özellikle iktidar konumunda olan Esma Hanım ve onun İstanbul’dan kız alan en büyük oğlu Faruk ilgi odağı olmuş durumda.
Aslında Türk dizilerinin bu denli bağımlılık yaratması ilk değil. Bundan önce Ortadoğu coğrafyasında, özellikle Arap topraklarında uğruna ölmeyi bile göze alanların olduğu Kıvanç Tatlıtuğ’un oynadığı diziler, Balkan ülkelerinde erkeklerin bile vazgeçilmezi haline gelen Kosovalı, Kurtlar Vadisi, Ezel gibi diziler, Yunanistan’ı ikiye ayıran Binbir Gece ve özellikle de Muhteşem Yüzyıl gibi diziler büyük kitleleri peşinden sürüklemişti. 1821 Yunan Devrimi ile Osmanlı ‘esaretinden’ ve mutlak monarşiden kurtulan ve bunu -doğal olarak- bağımsızlık bayramı olarak kutlayan Yunanistan’da Muhteşem Yüzyıl için herkes eğer televizyon başında değilse bulunduğu yerde camlara yapışarak veya ilk bulduğu televizyonlu mekânlara girerek izliyordu. Hatta oldukça aç gittiğim seçkin denilebilecek bir restoranda dakikalarca gelmeyen garsonu gördüğümde onu televizyon başında diziyi izlerken bulduğumu ve servisi sorduğumda bana “Bak mutfak orada, ne istiyorsan al, bir şey de ödeme” diye cevap verdiğini bugün gibi hatırlarım. Din adamlarının ve solcuların “Bizi dört yüz yıl boyunca köleleştiren diziyi izlemeyin” diye sokaklara dökülüp protesto ettiği, ancak halkın geri kalanının bu protestoları hiç mi hiç umursamayıp mağazalarda, sokaklarda satılan Pargalı’nın yüzüğü, Süleyman’ın pelerini veya ne bileyim; Hürrem’in yaka iğnesi gibi imitasyon ürünleri kapış kapış almasını da bugün gibi hatırlarım…
Peki neden?
Asıl sorulması ve sosyo-kültürel açıdan araştırılması gereken konu, neden bu dizilerin Osmanlı hinterlandında çok tutulduğu... Geçmişe özlem mi, aile değerlerinin yeniden gündeme getirilmesi mi? Modern yaşamda birey olarak kendini çevreleyen insanların, özellikle de erkeklerin yanındakini sahiplenmesi mi? Erkeklerin hem maço tavırlı olup hem de kadın duyarlılığından anlayıp kimi zaman baskın olması, kimi zaman alttan alması mı? Belki artık ailelerin sadece şeklen ve zoraki olarak bir araya geldikleri birlik-beraberliğin verdiği doyumsuz tadı aynı masa etrafında toplanan karakterlerle yaşaması mı? Sorular mutlaka genişletilebilir…
Akademisyenler ve araştırmacılar tüm bu verileri bir araya getirdiğinde belki aslında çok iyi tanıdığımız ‘bizi’, birleştiren ve/veya ayıran harçların ne olduğu da ortaya çıkacaktır.