Mesleki bir toplantıda katıldığım seminerlerden birinde, gelecek üzerine görüşlerini açıklayan bir fütüristin, konuşmasının hemen başında, ‘tarihin ne olduğu’ ile ilgili olarak yaptığı bir gönderme çok ilgimi çekmiş, cep telefonumun notlar bölümüne kaydetmiştim. Gerçi konuşmacının adını yazmayı atlamıştım, ama olsun, bana kıymetli gelen sözü hep gözümün önünde olacaktı: “Hayatı anlamak için geriye bakmak gerekir, yaşamak için ise ileriye…”
Bu anlamda, ‘yaşanmışlıklardan ders almak’ fiili sıkça dile getirdiğimiz bir eylem olarak ortaya çıkıyor. Bunun içini ne kadar doldurduğumuz ise kişisel değerlendirmelerin konusudur, hiç şüphesiz…
Devletlerin inşasında, gelişip serpilmesinde tarihin kıvrımlarından bugünlere yansıyan tortunun önemi yadsınamaz. Antik dönem filozoflarından Eflatun, demagogların serbestçe konuşma özgürlüğünü sömürerek iradeyi ele alacaklarını ve sonrasında zalimleşeceklerini öngörür. Aristotales ise nitelikleri ne olursa olsun eşitsizliklerin istikrarsızlık getireceği konusunda uyarılarda bulunur.
O zamanlardan bugünlere akıp gelen korkuyu tetikleyen, yönetimdeki gücün tek bir kişi ya da grupta toplanması ya da erki elinde tutanların hukukun üstünlüğü yerine kendi çıkarlarını gözetmeleridir. Tarihçi Tymothy Snyder, ‘Tiranlık Üzerine – Yirminci Yüzyıldan Yirmi Ders’ adını verdiği kitabında, kuzeyden güneye, doğudan batıya dünyayı egemenliği altına almış bu tehlikeyi irdeliyor.
20. yüzyıl tarihine damgasını vuran, birçoklarının yanında, üç dönüm noktası vardır: ‘Ulusların kendi geleceklerini kendilerinin belirlemesi’ gerektiğini savunan Wilson Doktrini ile anlam bulan 1919 Paris Görüşmelerinin sonlandırdığı Birinci Dünya Savaşı (1918); faşizmi bertaraf etmek için birlikle yola çıkan, ancak sonunda kazanımları için kıyasıya savaşan kapitalizm ile komünizmin (ya da belki demokrasi ile Sovyet düzeni demek gerekir…) dünyaya yeni bir soluk getirmelerine zemin hazırlayan İkinci Dünya Savaşı (1945); ve Sovyet sisteminin çökmesi ile sonuçlanan soğuk savaş (1989)…
Bunların her birinde oluşturulmaya çalışılan yeni dünya düzeni arayışlarının, emperyal beklentilerin kucağına düşen kuvvetli liderler tarafından ne kadar başarı ile yönlendirildiği ders konusu olabilir. Snyder, bu dersin bazı başlıklarını şöyle öneriyor:
Otoritenin gücünün büyük kısmı özgür iradeyle verilir: Biat etmek çözüm değildir… Sorgulamak gerekir;
Sosyal yaşantının teminatı kurumlardır: Onları korumak gerekir;
Demokratik sistem yaşamsaldır: Ona sahip çıkmak gerekir;
Sorunlara duyarlı olmak esastır: Sorumluluktan kaçmamak gerekir;
Etik değerlerden taviz vermemek gerekir… Bu sosyal yaşamın vazgeçilmezidir;
Güvenlik ancak herkesi kucaklayan devlet sistemi ile sağlanır: Silahlanmaya set çekmek gerekir…
Snyder’den devamla: Dile özen göstermek, gerçeklerden uzaklaşmamak, araştırmak, sosyal medyaya, bilgi kirliliğine teslim olmamak, karşı tarafa empati göstermek, somut stratejiler oluşturmak, bilime önem vermek, sosyal sorumlulukla hareket etmek, yardımsever olmak, dış dünya ile temasta olmak, dinlemek, öğrenmek, olaylara sağduyu ile yaklaşmak, sorunların üzerine cesaretle gitmek, milliyetçi değil, vatansever olmak…
Yeni yüzyılın beşte birinin sonuna doğru koşar adımlarla ilerliyoruz. Küreselleşme ile birlikte cangıl düzeninin egemen olmaya başladığı bir ortamı soluyoruz. Zorbaların halk kitlelerini ipotek altına almalarına direnmek, toplumların inanışlar üzerinden yönlendirilmesine izin vermemek, kin, nefret ve korku dolu yarınların önlenmesi için önemli…
Bin bir umutla girdiğimiz 2000’li yılların sayfalarını doldururken, geçtiğimiz yüzyıl boyunca yaşananlardan sonuç çıkartmak gerekir. Nüfuz çekişmeleri yüzünden yitip gitmiş milyonlarca insanın anısına ancak böyle saygı gösterilir.