“Politik teolojisini” yazarken Hobbes’un Leviathan’ından yola çıkmayı düşünen Spinoza, tutkuların dünyasından nefret etse bile bunların siyaset dünyasının temel dürtülerini oluşturduğunu kabul edecekti. Hatta duygulanım dünyasının, siyasetin temel motorlarını oluşturduğunu bile yazacaktı. Bununla beraber hemen ilave edecekti: “Akıl, hakikati arama yolunda, duygu ve duygulanımların kendilerini aydınlatmaları için harcayacakları yoğun güçten başka bir şey değildir” diye yazacaktı.
Anlaşılan o ki, İsrail sağının düşünce dünyasında, mesela ‘Yahudi Gücü’nde Spinoza’ya yer olmadığı gibi Sokrates’ten Nietzsche’ye kadar birçok filozofa da yer yoktur.
Bu dünyada yer almak, insanların kendilerini duygu ve duygulanımların selinin kabaran sularına bırakmayı meşrulaştırmaktadır. Bu coşku içinde ‘hakikatin’ dahi derhal bulunabileceği ileri sürülebilmektedir. ‘Yahudi Gücü’, politik dünyanın en ucunda yer almalarını ve aşırılıklarını açıklamak için ‘hakikatin’ de en uçta bulunduğunu fütursuzca ileri sürebilmektedir.
Kahane’nin müritleri ve benzerleri felsefi söylemlerine(!) bu seçim öncesinde de devam ederken, tersinden de olsa Sartre’ı düşündüreceklerdir. “Cehennem ötekileridir” dememiş miydi Fransız Filozof? Müritler çekinmeden devam edip doğrulayacaklardır Sartre’ı: “Bize oy verin bin tane terörist öldürelim” diye alenen talepte bulunacaklardır.
Kutsal topraklarda oturmanın ayrıcalıklı ve ayrılıkçı olması sıradan bir söylem olacaktır onlar için. Bunun sağlanması için ‘öteki olanın’, ayrılaştırılanın, kendinden menkul bir irade ile ayrılığı yaratan tarafından suçlanıyor olması yeterli olacaktır.
Unutulacaktır ki, 2000 yıl boyunca Yahudi kendine Yahudi dendiği için suçlanabilecekti.
Hakikatin bu kaşifleri (!) yer üzerinde kimin nerede oturacağına karar verme yetkisine ve hakkına sahiptirler çünkü.
Bu hak da onlara hayal dünyalarının dehlizlerinde yarattıkları bir imgelem tarafından verilmiştir. Hatta bu rüyanın gerçekleştirilmesi için görevlendirilmişlerdir onlar ve ‘ötekileştirdiklerini’ yok etme hakkına dahi sahiptirler.
Kutsal topraklarda oturacak olanlar kutsal olana, kan ve din bağı içinde bağlı değillerse dışlanabilecekler, sürülebileceklerdir, olmazsa da öldürülebileceklerdir.
Kimi zaman kabul etmek gerekir ki önerileri daha da barışçı olabilecektir. Örneğin, Filistinlilerin hakkını savunan Fransa’ya, İsrail’in ‘kendi Araplarını’ onlara vermesini önerecek, karşılığında da oradaki Yahudileri vermelerini isteyeceklerdir. Fransa’daki Yahudiler kendininkiler olurken, öteden beri ‘kutsal topraklarda’ oturan Filistinlilerin ‘yabancı’ olduklarını düşüneceklerdir. Unutacaklardır kendi soylarının bu nedenlerle çektikleri acıları.
Sartre da gülümseyecektir olduğu yerden; ağlayacaktır belki de cehenneme dönmüş kutsal toprakların haline.
‘Büyük İsrail’i kurmak bilinçaltından bilince kadar tüm benliklerini kapsayacaktır. Soydaşları Zweig ise şöyle anlatacaktır I. Dünya Savaşı’ndan parçalanıp küçücük kalan dönemin Avusturya’sını: “Avusturyalıların nicel olarak büyük olmak gibi bir kompleksleri yoktu. Onlar gücü ve büyüklüğü kültür, bilim ve sanat dünyasındaki başarılarında arıyorlardı.”
İsrail’in dinci-etnik –milliyetçi sağının büyüklük kompleksi nereden geliyor olmalıydı ki acaba?