Bazen beklentileri düşük tutmak iyidir. O zaman iyi bir şarkının, filmin veya romanın yarattığı etki daha keyifli yaşanabiliyor. Tıpkı son günlerde okuduğum Norveçli yazar Ketil Björnstad’ın ‘Müzik Uğruna’ adlı kitabı gibi. Metis Yayınları’ndan dilimize kazandırılan romanı İskandinav kültürüne olan ilgimin izinde okudum.
Sade ve akıcı bir dille yazılmış, kısa vurucu cümlelerin yer aldığı roman Norveç’in başkenti Oslo’da 1960’ların sonunda geçen bir ergenlik öyküsü. Hikâye, kahramanımız on altı yaşındaki Aksel’in trajik biçimde annesini kaybetmesi ve ardından okulu bırakarak kendisini piyano eğitimine vermesi üzerinden ilerliyor. Aksel’in ailesi parçalanmıştır. Babası iflasın eşiğinde, ablasıysa ayrı bir dünyada yaşamaktadır. Aksel’in aşık olduğu Anja ise, doktor bir çiftin tek kızı olup, babasının büyük baskısı altında Aksel’in de katılacağı oldukça önemli piyano yarışmasına hazırlanmaktadır. Yarışmaya katılacak diğer birkaç piyano öğrencisi de anlatının yan kahramanlarıdır. 2-3 yıllık bir zaman zarfında anlatılan romanda Aksel’in aşkı büyürken, genç Anja’nın yaşamı giderek solmaktadır. Anahtar rollerden birini de tek amacı başarı kazanmak olan hırslı piyano öğretmeni Selma Lynge oynamaktadır.
Romanı beğeniyle okudum. Kendisi de müzisyen olan yazar, piyano ve müzik hakkındaki birikimini başarıyla cümlelerine aktarıyor. Dönem, telefon uygulamalarından değil, plakların özveriyle elde edilip müziğin pikaplardan dinlendiği bir dönem. Başta Debussy olmak üzere klasik müzik sanatçıları ve onların yorumlanması üzerine içten anlatım, ergenlik çağındaki gençlerin bu birikime sahip çıkma tarzı sıkça karşılaştığımız örneklerden değil. Geleceğe dair seçeneklerin sadece üniversitede iyi bir bölümü kazanma idealine indirgendiği bir ortamın içinde büyüdük ben ve arkadaşlarım. Öte yandan sanat yolculuğu, sıra dışı yeteneğe sahip bireylerin tüm zorluklara direnmesiyle birlikte başarılabiliyor. Romanın kahramanı Aksel’in babası oğlunun piyano tutkusu karşısında eğitimini yarıda bırakmasına göz yummuştu. Bu noktada “ideal ebeveyn nasıl olmalıdır” sorusu derinleşiyor.
Ketil Björnstad özünde okura iki ayrı uç aile profilini sunuyor. Aksel’in babası çocuklarının yaşamına neredeyse hiç karışmamayı seçerken, Aksel’in aşık olduğu kız Anja ise babasının istekleri karşısında teslimdir. Anja hem okulu bitirme sınavını başaracak hem de en iyi piyano hocasından aldığı dersler ve çok çalışmanın sonucunda, Oslo’nun önde gelen eleştirmenlerinin karşısında piyano yarışmasını birincilikle kazanmakla kalmayıp, orkestrayla birlikte resital verecektir. Anja’nın Aksel’in aşkına karşılık verme şansı yok gibidir. Arkadaşlarıyla samimiyeti de babasının gölgesi altındadır, çünkü yarışma seçmelerine kadar, aldığı piyano dersleri sır niteliğindedir. Anja’nın üzerindeki baskı da hocasının büyük beklentiyle ağırlığını arttırmaktadır. Kitabı bitirdiğinde okur gençlere genişçe özgürlükler tanımak veya onları sıkı baskı altında tutmanın sonuçlarıyla ilgi çarpıcı noktalara varmaktadır. Hem de müziğin tüm güzelliğine rağmen! Beni düşündüren önemli bir noktaysa yazarın Norveçli anneleri nasıl konumlandırdığıdır, zira anlatıda anneler zayıf kişiliklerdir.
İskandinavya Avrupa’da bireyselliğin biraz daha ön plana çıktığı bir coğrafya. “Benim hayatım” derken bu “ben” aile ve toplum yaşamından ne kadar ayrı gözetilebilir? Yaşamını hakkıyla sahiplenebilecek nesiler yetiştirmek elbette ki aile ve toplumun sorumluluğudur. Bu sorumluluk ve bireysellik kavramı ne ölçüde doğru örtüşmektedir? Bjornstad, Norveç toplumuna eleştirisini ve toplumun belki de içine düştüğü kısırdöngüyü başarıyla anlatmaktadır.