Fransız okullarının havasını solumuş, Fransız edebiyatının kıyısından ucundan geçmiş bizler için Notre Dame bir katedralden öte Victor Hugo işe özdeşleşen anılarımız, şarkılarımız ve uzakta oldukça özlem duyulan en güzel hayallerden biridir.
Pazartesi akşamı insanlığın ortak mirası, yılda 13 milyon kişinin ziyaret ettiği, gotik mimarinin şaheseri Notre Dame Katedralinin yanışını ekranlardan büyük bir üzüntüyle izledik. Fransız okullarının havasını solumuş, Fransız edebiyatının kıyısından ucundan geçmiş bizler için Notre Dame bir katedralden öte Victor Hugo işe özdeşleşen anılarımız, şarkılarımız ve uzakta oldukça özlem duyulan en güzel hayallerden biridir.19. yüzyılda tıpkı bizde örnekleri halen olduğu gibi, birileri bakımsızlığını öne sürerek Notre Dame’ı yıktırmak isterlerken, Victor Hugo ölümsüz romanı ile sadece bir başyapıt yaratmamış, Notre Dame’ı da yok olmaktan kurtarmıştı. Fransızların bundan sonra Notre Dame’in her taşına sahip çıkacaklarını bilmek tek avuntumuz olsa gerek. Dilerim bir an evvel restorasyon çalışmaları ile bu eser yok olmadan kurtarılabilir.
Pazartesi aynı saatlerde El Aksa Camii yakınlarında çıkan yangın ise, şükür ki İsrail itfaiyesinin zamanlı müdahalesi ile büyümeden söndürülmüştü. Notre Dame yanarken Amerikan Başkanı Trump’ın twitter üzerinden yayınladığı, bilgi ve donanımdan uzak, “Havadan su atın ama acele edin” sözüne gerek Fransız gerekse de birçok Amerikan vatandaşlarının tepkisi gecikmedi. Bir yandan dünyada popülizmin nereye vardığını her söylemde gözlemlerken, kendi ülke vatandaşlarının Trump’ı korkmadan eleştirebilmesi ise bizlere düşünülmesi bile zor bir özgürlüğü hatırlattı. Dünya ortak kültür mirası yanıp yok olurken, ülkemizde saf kötülük ve nefretin temsilcisi yayın organı bunu da ‘Türkiye’nin ahı tuttu’ sözleriyle haberleştirdi. İnsanlık tarihinden nasibini alamamış bu sözde gazetecilerle aynı havayı solumak bile acı veriyor. Birileri umarım bir gün bunlara Notre Dame’a uzaktan bakıp ‘Ave Maria’ söyleyerek dua etmek için illa da Fransız Katolik Hristiyan olmak gerekmediğini, vicdanı olan herkesin üzülebileceğini anlatabilir.
Peki ya, Haydarpaşa Tren Garının çatısının, Galatasaray Üniversitesinin, boğazdaki birçok yalımızın, tarihi konaklarımızın yanışını izlemiş olan bizler bu olaydan bir ders çıkarabilecek miyiz? Ülkemizde kültürel miras ne derecede sahiplenip korunuyor dersiniz? Hassasiyet ve bilinç eksikliği ile yıllardır, şehrimizin en önemli iki zindanının, sayamadığımız Bizans yapısının, antik sinagoglarımızın yok oluşlarının farkında bile değiliz. Sizlere birkaç örnek versem, bildiklerinizi kendinize saklayıp hiç duymadıklarınız için de vakit kaybetmeden keşfetmeye ne dersiniz?
Savaş kazanarak eve dönen Roma askeri birliklerinin imparator komutasında şehre giriş yaptığı Yedikule’deki altın kapı (Porte Aurea)’nın son halini görseniz sizin de içiniz acır mıydı? Bu kapının doğu cephesinde “Kim ki altın kapıyı yapar, altın çağı getirir” yazmaktaydı. Kapının üzerinde bir zamanlar var olan yazıtlar bizlere günümüz hakkında öyle ipuçları veriyor ki... İnsanlık tarihinde binlerce yıl geçse de iktidar sahiplerinin söylemlerindeki benzerlikleri, yenilginin hatırasını nasıl canlı tuttuklarını gördükçe sizler de şaşıracaksınız.
Aynı güzergâhtan dümdüz ilerlediğinizde karşınıza çıkacak, İstanbul’un ayakta kalabilmiş en eski dini yapısı, Ayasofya’dan bile eski Studion Manastırı-Vaftizci Yahya Kilisesinin neredeyse 100 yıldır bakımsız kendi haline bırakıldığını görmek sizleri de üzecektir.
Dile kolay yakın zamana kadar satılık Bizans sarayı olan şehrimizin, hâlihazırda Cibali’de satılık çıfıt havuzlu Osmanlı Hamamı bile var. Sultanahmet’in altında kaderine bırakılmış hamam kalıntıları, sarnıçlar ise ister istemez bu zenginliğin farklı birinin elinde olsa nasıl değerlendirileceğini gözler önüne sermektedir. Birileri halen ısrarla Ayasofya’yı tartışadursun, yapının üst galerisinde iyice beliren çatlaklar her gün binlerce kişinin gezdiği bu eşsiz eseri ne kadar koruyabildiğimizi düşündürüyor. Üzerinde Sultanahmet Endüstri Meslek Lisesi ve Kılıçhane yapılarının yükseldiği Hipodrom’dan geriye kalan en büyük parça ‘Sfendon Duvarı’nın önü otopark ve çarşamba günleri de semt pazarı olarak kullanılıyor. Sultanahmet’te birçok otelin, özel işletmenin bodrum katlarındaki sarnıçlar, Bizans kalıntılarının geleceği ise birkaç kişinin vicdanına teslim edilmiş duruyor. Daha onlarca örnek var ama şimdilik burada duralım.2700 yıllık tarihimizin bu canlı tanıklarını insanlığa kazandırmak için neyi bekliyoruz? Henüz vakit varken, şehrimizi sahiplenelim, koruyalım ve yaşatalım.
Henüz vakit varken, gülüm
Paris yanıp yıkılmadan, / henüz vakit varken, gülüm / yüreğim dalındayken henüz, / şu Mayıs gecesi rıhtımdan geçmeliyiz / söğütlerin altından, gülüm / ıslak salkımsöğütlerin.
Paris’in en güzel bir çift sözünü söylemeliyim sana, / en güzel, en yalansız, / sonra da ıslıkla bir şeyler çalarak / gebermeliyim bahtiyarlıktan / ve insanlara inanmalıyız.
Yukarıda taştan evler, / girintisiz, çıkıntısız / birbirine bitişik / ve duvarları ayışığından / ve dimdik pencereleri ayakta uyukluyor / ve karşı yakada Luvr / aydınlanmış ışıldaklarla / aydınlanmış bizim için / billur sarayımız.
Henüz vakit varken, gülüm / Paris yanıp yıkılmadan, / henüz vakit varken, gülüm / yüreğim dalındayken henüz, / şu Mayıs gecesi rıhtımda, depolarda / kırmızı varillere oturmalıyız.
Karşıda karanlığa giren kanal. / Bir şat geçiyor, / selâmlayalım, gülüm, / geçen sarı kamaralı şat’ı selâmlayalım.
Belçika’ya mı yolu, Hollanda’ya mı? / Kamaranın kapısında ak önlüklü bir kadın / tatlı tatlı gülümsüyor.
Henüz vakit varken, gülüm / Paris yanıp yıkılmadan, / henüz vakit varken, gülüm… / Parisliler, Parisliler / Paris yanıp yıkılmasın…
Nazım Hikmet
Paris, 13 Mayıs 1958