Kimin yönettiğinin önemi yok, önemli olan sistemdir

Alber NASİ Köşe Yazısı
17 Nisan 2019 Çarşamba

2019’un ilk üç ayında global anlamda ekonomik sorunlar, ticaret savaşları gündemdeyken gelen baharla beraber siyaset tekrar önem kazandı. Kimse artık Çin ile ABD arasındaki olası ticari savaşa veya olası ticari anlaşmaya önem vermiyor. Oysa daha birkaç ay önce bu konu emtia fiyatlarını küresel anlamda borsaları ve gelişen ülkelerin para birimlerini hallaç pamuğuna döndürmek için kâfiydi.

Son günlerdeki gelişmelere bakalım. Sudan’da senelerin diktatörü El Beşir ordu zoruyla emekliye ayrılırken Cezayir’de de benzer konumdaki Cumhurbaşkanı Buteflika tekrar aday olmayacağını ve istifa ettiğini açıkladı. Konu liderlerin yönetimden uzaklaştırılması halk tarafından destek görürken, özellikle petrol zengini Cezayir’de halk benzer yapının devam etmemesi için yeni kurulan düzene de karşı geliyor. Hiç şüphesiz her iki ülkede de çoğunluğun istediği demokratik ve fırsat eşitliğine dayalı sistemlerin gelmesi için köklü değişikliklere ihtiyaç var ve bunun da kısa bir sürede olması beklenemez.

Cezayir’de Butefika’dan kurtulmak için birbiriyle çelişen, birbiriyle muhalif olan grupların ortak hareket ettiği görülüyor. Ancak önümüzdeki temmuz ayından itibaren farklı boyutta bir iktidar mücadelesine şahit olunacağı kesin. Cezayir’de ve tüm dünyada en ideali bağımsız yargıyla desteklenen demokratik ve şeffaf bir sistemin oluşmasıdır. Ancak demokrasiyi anlamayan ülkelerin genellikle bir öncekini aratmayan totaliter rejimlere kayması daha olası. 

Hatırlanabileceği üzere 1978 yılında İran’da başlayan ve başta İran Şah’ının yönetimini devirmeye yönelik olarak başlayan olaylar İran İslam Cumhuriyeti’ni ortaya çıkarmıştı.  Şah’ın gitmesiyle bir günde daha çağdaş ve hatta komünist bir sistem hayal eden muhalefet sonunda kendini teokratik totaliter bir rejim peşinde olan karizmatik Ayetullah Humeyni’yi destekler şekilde bulmuştu. Hiç şüphesiz İran Şah’ı Pehlevi’nin yaptığı hatalardan ders alan Humeyni kurduğu sistemin yıkılmaması için esas görevi İran teokratik sistemini korumak olan Devrim Muhafızlarını kurmuş ve bu kurumu kanunlarla koruduğu gibi ciddi maddi imkânlarla da donatmıştı. 

Bugünlerde ABD Başkanı Donald Trump’ın İran Devrim Muhafızlarını terörist ilan etmesinin temelinde bu kurumun İran rejiminin korunmasındaki çok önemli rolü bulunmakta. Ambargolarla İran halkının ezildiği aşikâr. Ancak İran yönetiminin ve özellikle Devrim Muhafızlarının insan haklarına saygı gösterdiğine inanmak naiflik olur. Ancak bu kurumun zayıflaması İran devriminin ve yönetiminin de zayıflamasına sebep olur. 

Bir başka örnek ise Rusya’daki Bolşevik ihtilalidir. I. Dünya Savaşı sonrasında Çar ve ailesinden kurtulan Rus halkı, başta oldukça marjinal gibi görünen söylemleriyle halkın gönlünü kazanan, kendine komünist diyen ancak gerçekte sadece totaliter bir rejim olan bir sistemin pençesinde buldu. Kaldı ki Sovyetler Birliği’nde de önceliğin partide ve parti yöneticilerinde olması ve gerçek anlamda komünizmle alakası olmamasının arkasında aslında halkı devlete karşı koruyan bir hukuk sisteminin olmaması yatmaktaydı.

Hiç şüphesiz ideolojik olarak Sovyet Rusyası ile İran İslam Cumhuriyeti tam zıt gibi görünebilir. Oysa vardıkları noktada ne komünizmle ne de İslam’la alakaları yoktur. Totaliter ve yıktıkları rejimler kadar despotturlar.

Bir örnek de ABD’den verelim. Trump’ın ırkçı olduğu bir sır değil. Adam zaten bunu gizlemiyor. Ancak yasalara müdahalesi oldukça sınırlı. Yetkileri sınırlı. Hatta görev süresi dahi sınırlı. Halkın çoğunun oyunu almış olmasına karşın kafasına göre bir bütçe bile yapamaz, yargıya müdahale edemez.

Es kaza böyle bir başkan mesela Cezayir’in başına geçse neler olur?

Cezayir halkının yeni bir cumhurbaşkanı ve hükümetten ziyade reform peşinde koşması hiç şüphesiz bu durumun farkında olmalarından kaynaklanmakta. 

Her ülkenin vatandaşı hiç şüphesiz tarafsız yargının egemen olduğu, insan haklarına saygı gösterilen bir ülkede, gerektiğinde hesap verebilecek politikacılar tarafından yönetilmek ister. Şirketlerin, bankaların, mal ticaretinin globalleşmesinden ziyade bu tip değerlerin globalleşmesine ihtiyaç var.

Yazılı tarihte, özgürlük için başkaldırı, İbraniler tarafından organize edilmişti. Hiç şüphesiz İbranileri kavim olmaktan çıkararak ulus olması, Mısır’a ve firavununa isyan ederek özgürlüklerinin ve haklarının peşinde koşmasıyla başlar. Pesah bu bağlamda sadece bir Yahudi bayramı değil bir özgürlük bayramıdır da.

↔↔↔

Hag Pesah Sameah!

Son senelerde Paris’in başına gelenler herhalde hiçbir şehrin başına gelmemiştir. Organize terör saldırılarının ardından sarı yeleklilerin teröre varan protesto eylemleri şimdi de Paris’in sembollerinden biri olan 850 yıllık Notre Dame Katedralinin yangında ağır hasar alması gerçekten üzüntü verici. Bu arada katedralle ilgili yaptığım ufak bir araştırmada katedralde eski İsrail ve Yehuda Krallıklarının 24 kralının heykelleri olduğunu öğrendim. 12. yüzyılda yapılan bir Katolik kilisesinde Yahudi kralların ne işi var diye sormadan da edemedim…