Deli olduğunu söyleyerek askere alınmak istemediğini söyleyen adamın semptomu, elinin uzandığı her kâğıdı kompülsif bir şekilde eline alıp “Bu değil!” diye haykırmakmış. Askeri psikiyatristler adamı muayene etmiş ve adam yine aynı hareketleri yapmış. Sonunda psikiyatristler çürük belgesini vermiş adama. Asker adayı kâğıda uzanmış, yazılanlara bakmış ve haykırmış; “İşte bu!”
Arayışın kendisi nesnesini doğurur.
Uzunca zamandır ölümsüzlüğü arıyoruz. İnsanlık efsaneleri ölümsüzlük suyu, ölümsüzlük otu, ölümsüzlük tuzu, ölümsüzlük limonu hikâyeleri ile dolu. (Tuz ve limon, örneklendirmeyi çoğaltmak için tarafımca uydurulmuştur.) Efsanelerdeki kahramanların biyografisi ise ölümsüzlük şeyinin aranmasından ibarettir.
İnsan, ölmek istemeyen, “Ölmeyeceğim! En azından en geç ben ölmeliyim!” diyen varlıktır.
Doğada ölümsüzlük malzemesi bulamayan insan “O zaman ben yaparım,” kararını vermiş “Bir hap olsa da yutup şu ölümden kurtulsak,” arayışına girmiştir. Neye niyet kime kısmet misali hapı yutamamış olsa da bir tür ölümsüzlüğü bulmuştur.
Gelecekteyiz; sene 2119.
Siber mekânda ölümsüzlüğe epey zaman önce geçilmiş. İnsanlar dijital-biyolojik varlıklar olarak sonsuzluğun içinde bir sınırdan diğerine geçerek varlık buluyorlar. Zaman, mutlak bir şimdiye demir atmış. “Öldü de kurtulduk,” diyebileceğimiz kadar zalim insanlardan kurtulamıyoruz, çünkü ölmüyorlar.
Gerçekliğin ilk-el mekânı olan sabit gerçeklikte ise insan ömrü uzadıkça uzamış ve ölüm bir skandala dönüşmüş.
-Duydun mu? Nurşen ölmüş!
-Ölmüş mü? Ne demek ölmüş? Niye ölsün be!
Ölüm bir skandala dönüşünce ölüm deneyimi bir tür ağır ceza işlevi görmeye başlamış. Dört duvara hapsetme yöntemi tarihe karışmış onun yerine sanal gerçeklik hapishaneleri gündeme gelmiş. Suçun niteliğine göre ağır cezalarda olduğu gibi hafif cezalar da bu hapishanelerde uygulanmış.
Bahçede beslediğiniz sentetik koyun yan komşunuz Josef Bey’in özenle yetiştirdiği doğal biberleri yemeye kalktı ve sentetik hayvanın sorumluluğu kendisinde olmadığı için suç size yansıtıldı. Simülatif bir ortamda bilmem kaç kilo yeşil biber satmanız istendi ve biberlerin tamamı satın alınıncaya kadar simülasyondan çıkamadınız.
“Canım böyle de ceza mı olur, bildiğin zevk bu,” demeyin. İnsan evladı bir zamanlar Facebook’ta kurduğu bahçelerde sebze yetiştirmiş, pek de mutlu olmuş olabilir. Fakat bu tür bir ceza 2119 yılı için bugün bizim cep telefonu olarak Nokia 1011 kullanmamıza eşdeğer gibi duruyor.
Ağır ceza meselesine gelince; suçluyu I. Dünya Savaşı’nın en zorlu cephelerinden birine (sahne bire bir simüle edilmiş elbette) 5 dakika yerleştirmek ve ölüm anını yaşatmak oldukça iyi bir fikir.
İşin bir de adrenalin tarafı var tabi. “Ölmek mi istiyorsun? Bu heyecanı yaşamak için vakit geçirmeden X aplikasyonunu hemen lensine indir! Let’s do it!” Bu reklamdan anlıyoruz ki aplikasyonlar göze indiriliyor. Nokia 1011’in başına gelen hazin son tüm harici cihazların başına gelmiş ve giyilebilir teknolojiye geçilmiş. Üzerinize giydiğiniz atlet zeki (atletin hâlâ kullanılıyor olması da retro bir eğilim olsa gerek), yemek yediğiniz tabak zeki, elma zeki, kedi zeki, her şey zeki!
Arayışın kendisi nesnesini doğurur. İnsan kendisine ait nitelikleri tüm varoluşta görmek istiyor. Ben zekiyim, tabak da zeki olsun, ben konuşuyorum, kedi de benim gibi konuşsun, ben elmayı seviyorum, elma da bana beni sevdiğini söylesin. Ortada “doğal” bir şey kalmayacak gibi değil mi? Fakat tam bu noktada durup biraz düşünmekte fayda var.
İnsanın iletişimde kullandığı dil, bulduğu tekerlek, icat ettiği yazı, A4 kâğıt… Bunların hepsi yapay şeyler. A4 kağıdını hasat zamanı zeytin ağacından toplamıyoruz. İnsanın olduğu yerde insanı diğer varlıklardan ayıran şey malzemesini doğadan alsa da ikinci bir doğa olarak yarattığı yapma, yapay üretimlerdir. Yapay olana doğalı tercih etmemiz ya da iki kavram arasında değer hiyerarşisi kurmamız çok anlamlı olmayabilir. Yapay bir araç olarak uçağı doğal kuşla mukayese etmek garip bir durum olur.
Sene 2119. Ölmenin faydaları üzerine yazılmış dijital kitaplar satış rekorları kırarken; ‘Nasıl zengin olunur? Nasıl genç kalınır? Nasıl marangoz olunur?’ kitaplarının bir devamı olarak ‘Nasıl ölünür?’ kitapları etik tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Felsefe cephesinde Antik Yunan ve Modern Dönem’de olduğu gibi ‘ölüm’ ana kavram olmaya devam etmektedir; Dijital ölümsüzlük bir ölümsüzlük müdür? Ölmek ya da ölmemek, işte bütün mesele bu! Ölüyorum, o halde varım!
Not: Bu yazı bütünüyle kurgudur. Gelecekte neler olabileceğine dair bir bilgilendirme amacı gütmemektedir. Yazının amacı yoğun siyaset gündeminde okuru biraz da olsa gülümsetebilmektir.