Tarih herkes için yargısını ileride verecek

Türkiye’de gündem rahatlayacağına her geçen gün daha da ağırlaşıyor maalesef. Normalleşmenin hala çok uzağındayız.

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
25 Nisan 2019 Perşembe

Türkiye’de gündem rahatlayacağına her geçen gün daha da ağırlaşıyor maalesef. Normalleşmenin hala çok uzağındayız.

İstanbul seçimlerinin hâlâ bir sonuca varamamış olması, üstelik CHP Başkanı Kılıçdaroğlu’na yapılan linç girişimi Türkiye’nin ne zaman günlük hayata dönebileceği noktasında insanda karamsarlık yaratıyor.

Bu ülkeye kötülük yapanları tarih elbette yazacak ama kötülüğün yarattığı tahribatı düzeltmenin Türkiye’ye çok vakit kaybettireceği aşikâr.

Aklıselimin galip gelmesini bekliyoruz.

↔↔↔

ABD’ye gidelim ve orada tartışılan ve Başkan Trump’ın 2016 seçimlerini kazanmak için Rus istihbaratı ile işbirliği yaptığı iddialarıyla ilgili özel yetkili savcı Robert Mueller’in yazdığı rapora bir bakalım.

Raporda, Trump’ın Ruslarla işbirliği yapma suretiyle adaleti engelleyip engellemediğine karar verilemediğine ve bu doğrultuda somut bir delil bulunamadığına yer verilirken, adli bir sürecin başlatılması konusunda da bir karara varamıyor. Buna karşın, raporda Ruslarla ilişkilerin Trump’ın kimi danışmanları aracılığı ile başlatılma yolunda girişimler yapıldığına da yer veriliyor.

Donald Trump’ın, görevden alınmasına ilişkin Kongre tarafından başlatılmak istenen süreçten şimdilik kurtulduğu anlaşılıyor.

Rus İstihbarat birimlerinin Wikileaks’i kullanarak 2016 Başkanlık Seçimlerinde Hillary Clinton’un yazışmalarını Cumhuriyetçi Parti’ye ulaştırması, nereden bakarsanız bakın, ABD siyasi tarihinde bir skandal olmalı. Trump’ın oğlunun Başkanlık seçim kampanyası sürecinde Wikileaks’le doğrudan irtibat kurduğu zaten raporda yer alıyor. Ayrıca, 448 sayfalık Mueller Raporu, Trump’ın 2016 seçimlerinden hemen önce kurmaylarına, Ruslarla yapılan görüşmelere ait e-posta yazışmalarının açıklanmaması talimatı verdiğini de ortaya koyuyor.

Rakibini yenmek için kanunsuz bir şekilde, dünyada rekabet ettiği ülkenin istihbarat biriminin yardımını dolaylı yollardan olsa da bir şekilde alması ABD için yüz karası bir durum olmalı.

Donald Trump’ın, soruşturma ile ilgili olarak Robert Mueller’in özel yetkili savcı olarak atandığında, kayıtlara geçen, “İşte şimdi bittim” sözleri aslında her şeyi açıklıyor. Lakin hukuk somut delil arar ve Trump bunun bulunamamasının avantajını yaşıyor.

ABD Başkanı’nın, göreve geldiğinden beri ABD siyaset tarihinde öncesi hiç olmadığı şekilde ülkenin hukuki ve siyasi temelleriyle oynaması dünyada yaşadığımız popülizm döneminin en büyük tahripkâr sonuçlarından biri olsa gerek.

Umarız, orada da aklıselim yenik düşmez ve kuvvetler ayrılığı ilkesinin çok güçlü olduğu ABD demokrasisi fazla zarar görmez…

↔↔↔

Son olarak İsrail’e gidelim.

Bilindiği üzere Binyamin Netanyahu beşinci kez seçimi kazanarak İsrail’in kurucusu Ben Gurion’un başbakanlık süresini de geçerek rekor kırmış durumda. İsrail’in askerlik çağındaki gençleri, ülkelerini başka bir başbakanın yönettiğini görmeden hayatlarına devam ediyorlar.

Ben Gurion liberal Siyonizm’in gurusu olarak İsrail’in Yahudi ve demokratik bir ülke olması yönünde siyasetler geliştirmiş, ve dindar kesimlerle bir konsensüs dahilinde dengeleri gözeterek başbakanlık yapmıştı. Daha sonra kurulan sağ siyasi partiler, revizyonist Siyonist olarak adlandırılan önderlerden Vladimir Jabotinsky’nin sağcı ideolojisi temeli üzerinden yükselmişlerdi.

Netanyahu’nun partisi Likud da bu ideolojik tabana sahip ve İsrail’in kurucu ögesi olan liberal Siyonizm’i daha sağcı ve milliyetçi zemine oturtan bir yaklaşıma sahip.

Bunun sonucu olarak Netanyahu, hükümetlerini hep ‘bizimkiler’ dediği, siyasi yelpazenin sağında hatta aşırı sağında da olan milliyetçi ve dindar partilerle birlikte oluşturma gayreti içinde oldu. Bu da, doğal olarak İsrail’de, son yıllarda bizim buralarda da gördüğümüz toplumsal bazda kutuplaşmalara yol açacak ve söz konusu sağ hükümetler İsrail’in ‘Yahudi’ ve ‘demokratik’ ögelerinden ‘Yahudi’ olanını öne çıkarma amacında olacaklardı.

Bunun 2 milyon Arap vatandaşın eşit vatandaşlık haklarıyla yaşadığı ülkede kendiliğinden bir ‘ötekileştirme’ doğurduğunu gözlemlememek mümkün değil.

Buna karşın, özellikle son Netanyahu hükümetinin İsrail tarihinde eşi görülmemiş ekonomik başarılara imza attığını, örneğin kişi başı milli gelirin Japonya’yı bile geçtiği gerçeğini teslim etmek gerekiyor.

Ayrıca, çoğu İsraillinin hayal bile edemeyeceği şekilde son yıllarda İsrail’in başta Çin, Rusya, Hindistan ve Brezilya olmak üzere sayısız devletlerle ilişkilerini geliştirmesi, Afrika’nın kimi Müslüman ülkeleriyle dost olması hatta ve hatta, Suudi Arabistan ve Körfez Arap ülkeleriyle ciddi anlamda olumlu ilişkiler kurması Netanyahu’nun büyük başarısı olarak görülmeli.

Tabii ki bütün bunlar olurken Filistin meselesinde bir milim ileri gidilememesi Netanyahu’nun başarısızlığı olarak değerlendirilmesi mümkünken Netanyahu’nun barış konusundaki tüm ataletiyle birlikte karşı tarafta doğru dürüst bir muhatap bulunmaması da Ortadoğu barışını zora sokan etkenler olarak değerlendirilmeli.

Sağduyu, İsrail’de kuruluş dönemlerine benzer geniş katılımlı bir milli mutabakat, bir konsensüs hükümetinin yönetimde olmasını tercih ederdi.

Lakin anlaşılıyor ki, milli çıkarlar söz konusu olduğunda bile ideolojik refleksler siyasilerin önceliklerini başka taraflara yönlendiriyor.

Siyasetteki gettolaşmanın sadece İsrail’e özgün olmadığını biliyoruz. Dünyanın her yerinde kutuplaşma artık yeni sosyolojik gerçeklik olarak karşımızda duruyor.

Lakin İsrail’in kurucularının çocuklarına yakışanı, tersi olanıydı.

Olamıyor.

Tarih herkes için yargısını ileride verecek.