Bunu konuşalım. Ülkede beka değil kesinlikle zekâ problemi var. Niyetim, durduk yere kibirli olmak veya ukala görünmek değil. Tabii ki, biraz düşünen insanı bile kibirli kıvama getirecek tuhaf bir azim de var. Öte yandan bilgi süzgecinden geçtiği halde gerçeği “sert söylem” olarak niteleyenler de dolu.
Yine de sözüm herkese! En azından bir kulağınızı açabilir misiniz?
Öncelikle şunu merak ediyorum. Söylediklerinizi duyuyor musunuz?
Duysaydınız ve daha ötesinde, ne söylediğinizin farkında olsaydınız belki de ebediyen susardınız. Çünkü biz feci derecede kanıksanmış duyarsızlığın pençesindeyiz. Ve toplum olarak iyileşmekle ilgilenmek bir yana aksine daha da pespayeleşiyoruz.
Son dönemde insanlıkla ilgili majör sıkıntı, kavramların içeriğiyle hiç ilgilenilmemesi. Daha açık bir ifadeyle, çoğu kimsenin ne söylediğinden haberinin olmaması!
Sanki insani değerlere karşı otomatik bir duyarsızlaşma halindeyiz ve nedense bunu hiç yadırgamıyoruz. Otomasyonda ilerliyoruz. Hatta ilerleyemediğimiz için sadece konu başlıklarından bahsetmiş oluyoruz. Çünkü içerikle ilgili davranışı örtüştüremiyoruz.
Gerçekten bir gün kendinize “Ben ne anlatıyorum?” ve “Ne yapıyorum?” şeklinde sorular sorarsanız bilin ki farkındalık kazanmaya doğru gidiyorsunuz. Sakın arkaya bakmayın derim.
Mesela dürüstlükten bahsederken, hatta bunun bir erdem olduğuna dair neredeyse tiratlar atarken daha köşeyi dönmeden dürüst davranamıyoruz. Çünkü bizim için dürüstlük tam anlamıyla nedir ve hayattaki aksiyonu nasıl olmalı meselesini nitelikli olarak düşünmüyoruz. Sadece dürüstlüğün ne olduğuna dair bazı fikirlerimiz var. İçerik yok. Dolayısıyla çok duyduğumuz şeylerin, kendi üzerimizdeki varlığından emin oluyoruz ama tüm bu sandıklarımızdan geçmeyince içerik kaybı yaşıyoruz. Boşluğa sürükleniyoruz.
Tamamı çok yüksek kavramlar olan hak, hukuk, adalet, vicdan, merhamet gibi büyük değerler üzerine sadece bir otomasyonumuz var. Zaten böyle olmalı diye sanıp ama somuta karşılığını koyamıyoruz. Sonunda tabii ki samimiyetsiz kalınıyor. Ve toplumda kimse kimseye ne güveniyor ne de sevgi besliyor. Şüphe, korku ve öfke birikiyor. Çünkü tek mevduatınız korkularınız ve zaaflarınıza dönüşmüş.
Örneğin ahlak ile ilgili konuşurken, karşımızdakine güzel sözler söyleyince sorumluluğumuzun bittiğini zannediyoruz. Oysa hayata akmıyor ve gerçeklik kazanmıyor ki.
Sadece hakkında konuşmayı seviyoruz. Böylece kavrama karşı sorumluluğun da bitti sanıyorsun. Yani ahlak hakkındaki fikirlerim dolayısıyla kendimi ahlaklı kılıyorum. Oysa uygulamaya gelince konuştuklarım vücut bulmuyor, dolaşıma bile girmiyor.
Buna sadece garip bir beyin açmazı dersek insan türüne hakaret etmiş oluruz. Fakat ısrarla sorumluluk almamaya karar verdiysek ve evrimleşmemeye kesin niyetliysek, o zaman beyin açmazı diyelim ve kaderinizi hayat belirlesin. Belki iyi tarafına belki kötü tarafına ama bir yere savrulacağınız kesin…
Özgürlük, hak, saygı gibi büyük kavramlardan bahsettiğinde insan beyni artık onlara karşı sorumluluğunu bitirmiş sayamaz. Aksi halde otomatikman ve garip bir şekilde duyarsızlaşıyor. Kendi eylemlerini, kavramlardan geçirmek zorunda. Fakat içerik o kadar büyük ki, altında eziliyoruz. Daha vahimi içerik saptaması yapamıyoruz.
Birileri eline mikrofonu alıp ‘birlikten’ bahsediyor fakat daha ertesi gün olmadan bahsettiği birlikten uzak hareket ediyor.
Ben haliyle merak ediyorum. Sizin birlik tanımınızın içinde ne var? Belli ki benim birlik tanımımla örtüşmüyor. Ya içeriği hafifletelim ve siz bu kavramın altında ezilmeyin ya da gerçekten sizin için birlik nedir bunu net olarak anlatın…
Temel değerler, insani değerler üzerinden siyaset yapmak sonra da bunu normalleştirmeye çalışmak kadar insanlığa büyük kötülük olduğunu sanmıyorum. Hayatın bizden beklentisi bu olamaz. Birisi şiddet gördüğünde ya da linç edilmeye çalışıldığında, her kim olursa olsun bunun kınanması gerekir. Önünde, ortasında ve sonunda ama olmadan derhal şiddetin suç olduğunu adalet mekanizmasını çalıştırarak göstermek gerekir. Söylemek yetmez hayatta vücut bulması tek doğru olarak kabul edilir.
Aksi halde sosyal medyada zekâ sorunlu başlıklar açılıp, şiddet gösterene çanak tutulur. Daha da kötüsü anlamsızlık toplum diye bir şey bırakmaz. Dolayısıyla zekâyı koruyamadığın yerden beka da kaçar.
Kabul edelim ki, her türlü içerikten korktuğumuz için aksiyon alamıyoruz. Sadece haktan ve tanımlardan sığ bir şekilde bahsetmek gibi bir yükümlülüğümüz var sanki.
Düşünsenize, dürüstlüğün öneminden bahsedip birilerinin arkasından sürekli dedikodu yapıyorsanız, hâlâ dürüstlükten konuşmanın peşini bırakmıyorsanız, hatta en yüce kavramların sahibiymiş gibi bahsediyorsanız bu laf kalabalığının faydası kime?
Bizim toplumun davranış paterni, belli kalıplarla hareket etmeye ve sadece kavramlardan bahsetmeye o kadar alışkın ki değişmiyor. Otomatik pilotta gibi yaşamlar var. İyi anlamda söylemiyorum. Çünkü otomasyon bize kalıp cümleler getiriyor. Yalan söylememek benim için önemlidir, ben dürüst adamım, sadığımdır aldatmam vs. vs. Peki hayatındaki karşılığı ne? Dürüstlük kovalarken sağına soluna dürüst müsün, en azından kendine dürüst oldun mu?
Sadık olmanın öneminden bahsederken acaba kaç kişiyi nasıl aldattın? Senin için aldatmak sadece özel ilişkiler üzerinden mi yaşanıyor? Belki bir mağazayı aldattın. Ne bileyim ya da birilerine sırf bir şeyler satmak için de onları aldatmış olabilirsin.
Dolayısıyla sadece bahsetmekle, kavramlara olan borcumuzu ödemiş kabul ediyoruz ya kendimizi! Hiç öyle olmuyor.
Adalet peşindeysek adil olmakla başlamak gerekiyor. Adaletin hayattaki karşılıklarının neler olduğuna dair aksiyon almamız önem kazanıyor. Yoksa hiçbir sözün hayata geçmediği sürece bir anlamı da olmuyor. Aksine insanlık sorunu yaratıyor…
İnsan zaaflarıyla çarpışıyor. Kendisini duymadan, kullandığı kelimeleri sorgulamadan inanıp devam ediyor. Hayata geçen versiyonuyla ilgili eşleştirme, örnekleme yapamıyor. Yeni patern oluşturmuyor.
Algıyı hiç açmadan da ölüp gidebilir isteyen. Otomasyonla da idare edebiliyor insan. Fakat o zaman sorunun bekada değil zekâda olduğunu söylerler, hiç bozulma emi...